Meriç Eyüboğlu: Savcı Fidan’ı Gören Var Mı?

Yazar / Referans: 
Ümit Altaş, http://www.hukukpolitik.com.tr/
Tarih: 
31.03.2016

Yalnızca bir metne imza attığı için soruşturulan akademisyenler, YÖK’ün her yazısını emir telakki edip savcılığa soyunan idareciler, bir rapor metnini okudukları için tutuklanıp cezaevine gönderilenler, tutuklanmasını istediği kişileri görmeden ve avukatlarını hiç dinlemeden tutuklanmalarını buyuran kayıp savcılar, suç isnadını öğrenemeden savunma yapmak zorunda bırakılan ve adliye koridorlarından polis zoruyla kovulan avukatlar, kendi ayağı ile ifadeye gelenleri ‘kaçma şüphesi var’ gerekçesiyle tutuklamaya karar veren hakimler…

Yer: Türkiye… Yıl: 2016… Ders: Adalet

Bu trajedinin ayrıntıları için sözü imzacı akademisyenlerin savunmanı Av. Meriç Eyüboğlu’na bırakıyoruz. Duruşma gününü de şimdiden bir kenara not edin: 22 Nisan 2016, Cuma, saat 14:00, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi.

Talimat Var, Ne Yapalım?

Bu dosyada savunmanlık yapmaya ne zaman, nasıl karar verdin?

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metne (http://barisicinakademisyenler.net/node/62.html) imza atan akademisyenler arasında arkadaşlarım ve daha önce müvekkilim olmuş çok sayıda kişi var. Cumhurbaşkanının imzacı akademisyenlere ilişkin tehdit içeren açıklamalarının hemen sonrasında YÖK imzacılar hakkında soruşturma başlatılması için üniversitelere yazı gönderdi. Bu süreçle beraber arkadaşlarımdan hukuki sürece ilişkin çok sayıda soru içeren telefonlar almaya başladım. Zaten çok fazla geçmeden de Kocaeli gözaltıları geldi. Akademisyenler artık yalnızca idari soruşturma ile değil aynı zamanda da adli soruşturma tehditi ile karşı karşıyaydılar. Ben de bu hızlı süreçte bir anda kendimi dosyanın tam ortasında buldum.

YÖK’ün idari soruşturma başlatılması yazısı üzerine üniversitelerin tavrı ne oldu?

Kimileri hemen emir telakki edip soruşturmalar başlattı. Kimi zamana yaydı, belirli bir süre sonra başlattı, kimi ise hiç başlatmadı.

Hangi üniversiteler bunlar?

Barış İçin Akademisyenler bütün bunları derledi ve 10.03.2016 tarihli raporları ile kamuoyuna duyurdular. ( http://barisicinakademisyenler.net/node/147.html)

Üniversiteler arasında soruşturmasını tamamlamış olanlar var mı? Ne tür cezalar verildi?

Evet var. Bunların bir kısmı kınama cezası verdi, kimi de iş akdini feshetti. İş akdi fesheden üniversiteler daha sonra bu akademisyenleri tekrar geri çağırdı. Kimi de 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu 125/E fıkrası uygulanması teklifini YÖK’e gönderdi. Fakat buradan bir genelleme yapmamız mümkün değil, çünkü bu yalnızca bir kaç yerde oldu. Genel bir uygulama haline dönüşmedi.

657 Sayılı Kanunun 125/E fıkrası nedir?

Bu fıkra devlet memurluğundan çıkarılma cezasını ve şartlarını düzenliyor. Yine bu kanunun 126. maddesi de bu kararın ancak amirlerin talebi üzerine memurun bağlı bulunduğu disiplin kurulu tarafından verilebileceğini belirtiyor.

Burada ‘amir’ rektörlük, bağlı bulunulan disiplin kurulu da ‘YÖK’mü oluyor?

Zorlama, hukuk dışı bir yorumla belirttiğin şekle sokmaya çalışıyorlar ama bu hukuken mümkün değil.

Neden?

Çünkü akademisyenler birer memur değil. Onlar 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununda ayrı, özel bir düzenlemeye tabiler. Anayasanın 128. maddesinde de memur ve kamu görevlileri ayrımı yapılmıştır. Akademisyenler ayrı bir statüye tabi kamu görevlileridir. Bu hem Anayasa, hem 2547 Sayılı hem de 657 Sayılı Yasa ile sabittir.

Peki ama neden bu hukuk dışı zorlama? 2547 Sayılı Yasa disiplin suçları için bir düzenleme içermiyor mu?

Disiplin suçlarını düzenleyen 2547 Sayılı Kanunun 53. maddesi Yüksek Öğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliğine atıf yapıyor. Maddenin bu bölümü Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından hukuka aykırı bulunarak iptal edildi. AYM, bu kararının yürürlüğe girmesi açısından bir süre verdi. Ocak ayında basın açıklaması metni kamuoyu ile paylaşıldığında bu süre dolmuş ve karar yürürlüğe girmişti. Bir an için yürürlüğe girmemiş olduğunu düşünseniz bile, hukuka aykırılığı AYM tarafından tespit edilmiş bir madde ve o maddenin atıf yaptığı yönetmeliğin akademisyenlere uygulanması mümkün değildir. Buna ilişkin Danıştay kararları da mevcut. Şu anda koca bir boşluk var. Şimdi yasal olarak akademisyenlere 53. maddeye dayanarak bir disiplin cezası verilmesi mümkün değil.

YÖK bu durum karşısında ne yaptı?

Oluşan hukuki boşluğu 657 Sayılı Kanunun ilgili maddelerinin uygulanmasıyla doldurulması şeklinde üniversitelere bir yazı gönderdi. Bunun yasal hiçbir dayanağı yok, bu ancak YÖK’ün bir tasavvuru olabilir.

Üniversite idari soruşturmalarına müvekkillerin ile birlikte katıldın, değil mi?

Evet, hem İstanbul hem de farklı illerdeki idari soruşturmalara katıldım.

Neler yaşandı, neler soruldu?

Soruşturmalar için üniversitelerde akademisyenlerden oluşan komisyonlar kuruldu. Hiçbirinde müvekkilerimizin ne ile suçlandığına dair somut bir bilgilendirme yapılmadı. Ne ile suçlanıyoruz? Hangi maddeyi ihlal ettik? Bunların hiçbiri soruşturmalarda belli değildi. Kimi zaman bu soruşturmalar, soruşturmacı komisyon üyelerinin kişisel görüş ve kanaatlerini açıkladığı ve imzacı akademisyenleri de buna zorladıkları bir sürece dönüştü.

Avukatlar olarak ne tür itirazlarda bulundunuz?

Biz tüm idari soruşturmalar süresince suç isnadının açık bir şekilde belirtilmesi ve bildirilmesi tartışmasını yürüttük. Suç isnadı bildirimi yapılmadan ceza verilecek bir soruşturmanın yürütülmesinin adil yargılanma ilkesine aykırı olacağını yazılı olarak komisyon üyelerine sunduk.

Bu itirazlarınız karşısında komisyon üyelerinin tavrı ne oldu?

Genelde sessiz kalmayı seçtiler. Sıkıştıkları bir iki durumda da “YÖK talimat verdi, ne yapabiliriz?” şeklinde cevaplar verdiler. Bunları bir akademisyenin ağzından duymak üzücü.

Peki suç isnadını bilmeden nasıl ifade verdiniz?

Bizim girdiğimiz soruşturmalarda imzacı akademisyenler, ifade değil “itiraz ve açıklama” başlığı altında beyanlarda bulundular. Bu metne imza atmanın ifade özgürlüğü hakkı kullanımı olduğunu, görevli olunan üniversitenin eğitim ve öğrenim durumunu olumsuz etkileyecek veya engelleyecek bir faaliyet olmadığını dile getirdiler. Kişisel ifade özgürlüğü kapsamı içerisindeki bir ifade açıklamasının idari soruşturmaya konu olamayacağını belirttik.

Adli Soruşturmada Yetki İstanbul’da

Adli soruşturmanın miladı Kocaeli ile başladı. Sonrasında neler oldu?

Sonrasında farklı illerde de gözaltılar ve ev aramaları yapıldı. Kocaeli sonrası Bolu, Düzce, Zonguldak ve Erzincan geldi. Tüm akademisyenler, biri hariç, tutuklama talebi olmaksızın savcılıkta, o bir kişi de hakimlikte serbest bırakıldı. Devlet görevlilerin açıklamalarıyla bir anlamda akademi üzerinde terörize bir durum yaratıldı.

Bu gözaltılar karşısında savunmanlar olarak İstanbul’da ne yaptınız?

Bu gözaltıların hemen sonrası biz İstanbul Savcılığına gidip İstanbul’da başlatılmış bir soruşturma olup olmadığını sorduk. İlk gün öğrendiğimiz henüz bir soruşturma başlatılmadığı ama diğer illerde de başlatılan soruşturmanın tahminen İstanbul’da toplanacağı oldu.

Neden İstanbul?

Yetki yönü hukuken tartışmalı. Şöyle bir yorum yaptıklarını tahmin ediyorum; basın açıklaması metni İstanbul’da okundu, bu durumda suç İstanbul’da oluştu, bu nedenle de İstanbul yetkili. Suçun ne zaman meydana geldiğine ilişkin teknik hukuk alanında tartışma var; suç imza atıldığı yani bilgisayar üzerinden bağlandığı zaman oluşur diyen de var, metin web sitesinde ilan edildiğinde olur diyen de var. Dediğim gibi bu tamamen teknik bir tartışma ve suç olmadığını bildiğimiz bir eylem için de -açıkça söylemek gerekirse- önemsediğimiz bir şey değil. Ben İstanbul’da toplanmasının olumlu olduğu düşüncesindeyim. Az sayıda imzacının bulunduğu illerde açılacak soruşturma ve başlatılacak kovuşturmalar o kişilerin hedef haline getirilmelerine ve linç kampanyasına uğramalarına neden olabilir. Bu nedenle İstanbul’da toplanmasının daha olumlu olduğu düşüncesindeyim.

Cumhurbaşkanı açıklamaları, YÖK yazıları, Kocaeli ve diğer illerdeki gözaltılar ile başlayan o hızlı sıcak günlerden sonra bir süredir aslında bu dosyadan pek ses çıkmıyordu.

Evet, haklısın. Bir anlamda dosya uykudaydı. Fakat biz her gün savcılığa gidip “Bir gelişme var mı?” diye sorduk. Her ne kadar dosya savcısı İrfan Fidan ile görüşemesek de kaleminden bilgi almaya çalıştık. Yine o günlerden biriydi ve kalemine “Bir gelişme var mı?” diye sordum. “Evet var, karakola yazı yazdık” denildi.

Karakola yazılan yazıda talep edilen ne?

İmzasını çektiğini yazılı olarak savcılığa sunan üç kişinin ifadesinin alınması için yazı yazılmış. Bu, dosyada nadiren görme şansı bulduğumuz evraklardan biriydi. Ben bu evraka dokunma, okuma şansı yakalayan tek avukatım (gülüyor).

Neden? Dosyada kısıtlama kararı mı var?

Hayır yok. Buna rağmen dosyayı hiçbir şekilde son ana kadar göremedik, inceleyemedik. Bırakın incelemeyi, dosyaya ilişkin bilgi de alamadık. Her şey tesadüfi ilerledi.

Peki bu talimatı neden uykudan uyanma olarak değerlendirdin?

Önce imzasını çeken bu üç kişi, daha sonra da imzacı akademisyenler için ifade alımının başlayabileceğini diğer meslektaşlarımızla düşündük. Dediğim gibi yalnızca tahmin. Bu arada dosya savcısı ile de görüşmeye çalıştık fakat hiçbirinde savcı bizlerle görüşmedi. Sonrasında savcıdan bilgi alamayınca Emniyetin görevli birimine gittik. Emniyettekiler bize toplamda 400 kişilik bir liste olduğunu, bu liste dahilinde İstanbul’da olan akademisyenlerin telefonla aranıp davet edileceklerini söylediler.

Telefon mu? Neden tebligat yapılmıyor?

Aynı soruyu biz de sorduk. “Biz o kadar kişiye nasıl tebligat yapalım?” şeklinde cevap verdiler.

Tüm bu bilgileri dosya savcısı İrfan Fidan yerine Emniyetten alıyorsunuz. Yetmiyormuş gibi bir de “Tebligat yapamayız, telefonla davet edeceğiz” şeklinde bir uygulama ile mi karşılaşıyorsunuz?

Evet, ne yazık ki böyle.

Peki daha önce “Tebligat yapamıyoruz, telefonla çağıracağız” şekilinde bir uygulama ile hiç karşılaştın mı?

Hayır ama bu dosyadaki her şey o kadar garip ve abes ki emin ol en az garipsediğim bu oldu.

Başsavcı ile bu durumu konuşmak için görüşmediniz mi?

Elbette görüştük. Bu durumu hem yazılı hem de sözlü olarak dile getirdik. Bize isim verilmesi ve müvekillerimizin ne ile suçlandığınin bildirilmesi durumunda müvekkillerimizin ifade için belirtilen gün ve saatte hazır olacaklarını, bir yere kaçmadıklarını ifade ettik.Durum şu; avukatız, vekaletimiz var ve kısıtlama kararı yok. Dosyanın savcısı ile görüşemiyoruz, belge inceleyemiyoruz, fotokopi alamıyoruz. Muhatap olabildiğimiz tek yer Emniyet, onlarda da çok sınırlı bilgi var.

Savcıyı Gören Var mı?

Üç akademisyenin gözaltına alınması?

Tam bahsettiğim bu durumdayken 14 Mart Pazartesi sabahı telefonum çaldı. Polis dört akademisyenin evine gitmiş, akademisyenler o saatte üniversitelerde olmaları nedeniyle polis evdeki yakınlarına not bırakmış. Bu dört kişi de 10 Mart tarihli “Barış İçin Akademisyenler Dayanışma Grubu Raporu”nu okuyan kişiler.

Ev araması yok, değil mi?

Hayır, yok. Yalnızca ifade için Emniyete çağrıldıkları söylenmiş. Diğer avukat arkadaşlarla “savcı ile görüşelim, müvekkillerimiz ifadelerini doğrudan savcıya versinler” diye kararlaştırdık. Fakat yine adliyede muhatap bulamadık, dosya savcısı bizimle görüşmedi. Bu arada yine tesadüf eseri savcının müvekkillerimiz hakkında yakalama kararı çıkardığını öğrendik. Bunun üzerine müvekkillerimiz ile beraber Emniyet Müdürlüğüne gittik.

Neden yakalama kararı? Zaten kendi ayağınızla gitmişsiniz.

Evet. Müvekkillerimizin hiçbirinin kaçmak gibi bir çabası en başından beri olmadı. Tam tersine “gelip ifademizi verelim” diye en başından bu yana defalarca talebimizi hem savcılığa, hem başsavcılığa yazılı olarak ilettik.

Fakat buna rağmen üç kişiye de gözaltı işlemi uygulandı, değil mi?

Evet. Polis, savcının yakalama ve gözaltı kararı olduğunu söyleyip standart gözaltı işlemine başladı. Hastane raporları alındı, parmak izi vb. gözaltındaki tüm süreçler tamamlandı. Bunlar tamamlandığında saat 15:00 idi, mesai saati bitmemişti. Emniyette yapılacak işlem kalmadı. Biz bir an önce ifade için adliyeye götürülmelerini beklerken savcının bu kez de müvekkillerimiz adliyeye götürülmeden Emniyette ifadelerinin alınmasını istediğini öğrendik.

Savcının ilk talimatında ifadelerin Emniyette alınmasına ilişkin bir husus var mıydı?

Hayır, yoktu. Savcı ile görüşemediğimiz için de bunları konuşabilme şansımız olmadı. Hatta görüşme ısrarımız üzerine savcı polis zoruyla bizi odasının bulunduğu koridordan attırdı.

Peki müvekkillerinizin ne ile suçlandığına, haklarında neden gözaltı işlemi uygulandığına dair size yazılı veya sözlü bir bildirim yapıldı mı?

Hayır. 10 Mart tarihli basın açıklamasının olabileceğini Emniyettekiler ifade ettiler. Gösterilen yakalama yazısında da bu basın açıklamasının adı geçiyordu. Sorgu aşamasına kadar da bunun öyle olduğunu zannettik.

Suç isnadı bildirilmeden nasıl soru sorulabilir?

Bunu biz de Emniyette dile getirdik. Oradakiler, “Bize verilen talimat bu, soruların cevaplanmasını istiyor savcı” şeklinde cevaplar verdiler. Tek bir soru değil, onbeş ayrı soru var.

Soruları savcı mı Emniyete göndermiş?

Galiba. Hiçbir şey göremediğimiz, savcı ile görüşemediğimiz için tüm boşlukları tahmin ile dolduruyoruz.

Neler soruldu?

Bir çoğu, imzacı akademisyenleri kişisel kanaatlerini açıklamaya zorlayan sorular. Bu açık bir şekilde yasaların ihlali. Kimsenin kişisel kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı yasalarımızda açık bir şekilde belirtiliyor. Diğer sorular da basına yansıdı zaten.

Peki tüm bunlara rağmen Emniyette ifade verildi mi?

Hayır. Suç isnadını öğrendikten sonra, savcılıkta ifade vereceğimizi söyledik.

Bu durumda gözaltındaki tüm usuli işlemler bitmiş oldu. Yasa gereği gecikmeksizin adliyeye götürülmeleri ve savcının bir an önce karar vermesi gerekiyor. Böyle mi oldu?

Hayır. Tüm usuli işlemler bitmiş olmasına rağmen müvekkillerimiz keyfi şekilde bir gün boyunca Emniyette gözaltında tutuldular ve ertesi gün adliyeye getirildiler. Savcı ile görüşemediğimiz, yazılı dilekçelerimize cevap alamadığımız gibi bu konuya ilişkin tüm girişimlerimiz de sonuçsuz kaldı. Tamamen keyfi bir uygulama.

Ya Odur Ya Budur

Artık adliyeye getirildiklerine göre savcı ile görüşebildiğinizi umuyorum. Kendisi ifadeyi alacağına göre artık bir kaçışı kalmamış olmalı, değil mi?

Yine kendisi ile görüşemedik. İfadeyi başka bir savcıya aldırdı.

Kararı ifadeyi alan savcı mı verdi?

Hayır. İfadeyi başka bir savcıya aldırdı ama kararı kendisi verdi.

Suç isnadını artık savcılıkta öğrenmişsinizdir, değil mi?

Hayır. Savcılık aşamasına kadar -her ne kadar anlamlandıramasak da- müvekkillerimizin 10 Mart tarihli basın açıklamasını okumaları nedeniyle orada olduklarını zannediyorduk. Fakat savcılıkta müvekkillerimize 10 Mart tarihli basın açıklamasına ilişkin hiçbir soru yöneltilmedi. Tüm sorular 10 Ocak tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metne ilişkindi. “Savcı Bey, karıştırdınız sanırım. Bize 10 Mart tarihli basın açıklamasının okunması nedeniyle burada olduğumuz söylendi, siz 10 Ocak tarihli metni soruyorsunuz” dedim. Önce, “Yok, ikisini de soracağım” dedi. Sonra bir kaç kez kısa aralar verdi. Sonrasında 10 Mart tarihli basın metnine ilişkin hiçbir şey sormadan savunmamız için avukatlara söz verdi.

Peki suçlama konusu ne?

“Müvekkillerimizi ne ile suçluyorsunuz?” diye savcıya sorduk. “Bilmiyor musunuz?” diye cevapladı. “Hayır bilmiyoruz, lütfen söyler misiniz?” dedik. Bunun üzerine dosyayı açtı, “Size söylenmedi mi?” dedi. “Hayır” diye cevapladık. “Yani ne olacak ki? Olsa olsa ya TMK 7/2 (terör örgütü propagandası) ya da TCK 301’dir (Türk milleti/devleti/kurum ve organlarını aşağılama)” dedi. “Savcı Bey, ‘ya odur ya budur’ şeklinde bir suç isnadı olur mu? Lütfen siz söyleyin” dedim. O da, “Yani siz ikisini de düşünün” şeklinde cevap verdi.Ben de “Müvekkilim gözaltına alındığında suç isnadını öğrenemedik, şu ana kadar da hala öğrenebilmiş değiliz. ‘Şu olabilir bu da olabilir’ diyerek olasılık üzerinden savunma yapmamız isteniyor” şeklindeki beyanlarımı savunmamın ilk cümleleri olarak tutanağa yazdırdım.

Yani suç isnadını savcılıkta da öğrenemediniz, öyle mi?

Evet. Savcılık ifademizi verdik. İfadeleri alan savcı, kararı dosyanın savcısı İrfan Fidan’ın vereceğini belirtti ve dosyayı ona gönderdi. Kararı verecek dosya savcısı ile görüşememiz, ifadeleri kendisinin almaması, itirazlarımızı dinlememesi “doğrudanlık ilkesi”nin ihlallidir. Soruşturduğunuz kişiler sizin karşınızda kendisini ifade etme şansı bile bulamıyor ama kararı siz veriyorsunuz.

Fakat bu kez eminim savcı İrfan Fidan’ı görmüşsünüzdür? Sonuçta kararını size bildirecek, değil mi?

Ne yazık ki hayır. Müvekkillerimizin tutuklama istemiyle sevk edildiklerini Emniyet görevlileri bize söyledi. Ne savcıya ne kalemine, kimseye ulaşamadık. Polis savcının ve kaleminin olduğu koridora girişimize izin vermedi. “Karara ilişkin evrak görebilir miyim?” dedim, “Hayır, şu an için mümkün değil, yukarıda mahkemede görürüsünüz” şeklinde cevap aldım. Mahkemeye gittik,” Belgeleri görmek istiyoruz” dedik, “Şu an değil, duruşmada görürsünüz” dediler. Bir avukat sorguya çıkacak ve savcılığın müvekkillerini hangi suçlamayla tutuklamaya sevk ettiğini görmek istiyor ama göremiyor. Bu ortamda duruşmaya girdik.

İnadına Avukatlık/Yeter ki Böyle Müvekkiller Olsun

Sulh Ceza Hakimliğindeki savunmanızın temel esasları neydi?

Müvekkiller savcılıkta ifade vermişlerdi, Sulh Ceza Hakimliğinde de o ifadelerini tekrar ettiler. Biz de hakimlik aşamasına kadarki süreçte yaşanan hukuka aykırılıkları, suç isnadının belirsizliğini, bu durumun “silahların eşitliği ilkesi”ni ve “adil yargılanma hakkı”nı ihlal ettiğini vurguladık. Yine “Bu suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metnin açıklanmasının ve imzanın ifade özgürlüğünün bir parçası olduğunu ve hak kullanımlarının cezalandırılamayacağının altını çizdik. Yine hem TMK 7/2 ve TCK 301’belirtilen suçların oluşmadığına ilişkin savunmalarımızı yaptık. Bu maddelere ilişkin ulusal ve ulusalüstü mahkeme içtihatlarını sunduk. Tüm bu savunmalarımıza rağmen Sulh Ceza Hakimliği üç akademisyen hakkında tutuklama kararı verdi.

Söyleşinin başından şu ana kadar anlattıklarında savcı peşinde koşan, bilgi almaya çalışan, bırak bilgiyi müvekkillerinin hakkında verilen kararlara bile ulaşamayan, polis zoru ile adliye koridorlarından atılan, suç isnadını öğrenemeden savunma ve itiraz yapmaya mecbur bırakılan bir avukatlık ve şablon kararlarla keyfi şekillerde tutuklamayı genel bir uygulama haline getiren sorgu hakimliği pratikleriyle karşılaştık. “Avukatlık mesleğini artık bu koşullarda yürütmem mümkün değil, yapamayacağım” dediğin bir an oldu mu?

Olmadı dersem yalan söylemiş olurum. Bu duygu uzun süredir hak ve özgürlükler mücadelesi alanında savunma faaliyeti yürüten avukat arkadaşlarımızın birçoğunda var. Kimliğimizin yalnızca adliyeye ve cezaevine daha kolay girebilmek için olduğunu düşünmeye başladık. Ki artık onlar da yok. Adliye girişinde aramaya karşı çıktığımız için hakkımızda soruşturmalar başlatılıyor, cezaevinde müvekkillerini ziyaret ettikleri için arkadaşlarımız tutuklanıp cezaevine gönderiliyor. Düşünün ki siz avukatsınız ve müvekkilinizin haklarını korumak istiyorsunuz. Savcı ile görüşmek istiyorsunuz ama görüşemiyorsunuz, suç isnadını öğrenip savunma yapmak istiyorsunuz ama öğrenemiyorsunuz, dosyadan belge alıp itirazda bulunmak istiyorsunuz ama alamıyorsunuz, ısrar ederseniz zor kullanılarak adliye koridorlardan atılıyorsunuz, kendi ayağınızla ifade vermeye gittiğiniz yerden ‘kaçma şüphesi var” gerekçesiyle tutuklanıp gönderiliyorsunuz. Böyle bir ortamda avukatlık yapmanın kolay olduğunu söyleyemem. Başka bir rejim yaşıyoruz, bunun hukuk ile yan yana anılması mümkün değil. Mesleğimiz üzerindeki bu şiddet ortamı bir çok arkadaşımızı mesleğine karşı yabancılaştırıyor. Bu ortam çok kolay kırılacağa da benzemiyor. Fakat tüm bunlara rağmen enseyi karartmadan inadına avukatlık yapmaya ve adalet talebini yükseltmeye devam edecek ve savunmayı öyle kolay kolay teslim etmeyeceğiz.

Son söz?

Her üç müvekkilimiz de gözaltı ile başlayan ve tutuklamaya kadar geçen süre içerisinde gülen yüzlerini hiç düşürmediler. O kadar kararlı, net ve zihinleri berraktı ki, onların o hali tüm o gerilimler arasında hepimizi güçlendirdi. Tutuklanmaya sevk edilirken gösterdikleri tutumu cezaevinde de aynı şekilde gösterdiklerine bizzat tanık oldum. Canımızın çok sıkıldığı bugünlerde, onların gülen gözlerinin ve kararlığının hepimize ışık olmasını umuyorum. Biz avukatları uzun ve zorlu bir süreç bekleyebilir ama önemli değil, yeter ki herkese böyle müvekkiller nasip olsun.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK