Einstein Çağlayan Adliyesi’nde: Savaşa karşı barış, AKP’ye karşı özgürlük!

Yazar / Referans: 
Emrah Altındiş, Diken
Tarih: 
20.04.2016

Bugünlerde bir grup savaş çığırtkanı, saray soytarısı ve tarih bilmez topluma bilim insanının tek görevinin bilimle uğraşmak olduğunu öğütlüyor. Bu ve benzeri saçmasapan argümanlarla ‘Barış İçin Akademisyenler’in savaş karşıtı mücadelesini kötülemeye çalışıyorlar.

Oysa tarih her türlü sonucu göze alıp barışı savunan bilim insanlarıyla dolu. Bilim dünyasına katkısını herkesin bildiği ancak iflah olmaz bir antimilitarist barış aktivisti olduğu dünyadan saklanan, bu özelliği unutturulmaya çalışılan Einstein onlardan biri.

Einstein henüz genç bir akademisyenken, 1. Dünya Savaşı’nda kendi ülkesi Almanya’nın aldığı saldırgan pozisyona karşı ‘Avrupalılara Manifesto’ başlıklı bildiriyi imzalayan dört isimden birisidir. 1919 yılında (40 yaşında) teorik fizik alanında keşifleriyle dünya çapında üne kavuşur. 1920 yılında Birleşmiş Milletler’in öncüsü Milletler Cemiyeti’nde Marie Curie’nin de dahil olduğu diğer entellektüellerle birlikte barış için uluslararası bir komitede görev alır. 1922 yılında Berlin’de ‘Daha Fazla Savaş İstemiyoruz’ yürüyüşüne katılır.

1928 yılından itibaren vicdani ret hakkını kamuoyu önünde açıkça savunmaya başlar. Kendisi gibi pasifistlerin zorunlu askerliğe alınmasına karşı bir manifestonun imzacılarından olur ve İnsan Hakları İçin Pasifist Alman Cemiyeti adlı örgütün yönetiminde yer alır. 1929 yılında bir gazeteci, “Savaş çıkarsa ne yapacaksınız?” diye sorduğunda, gerekçesi ne olursa olsun, savaşa ve savaşmaya dair tüm sorumlulukları kesinlikle reddedeceğini belirtir.

Dünyanın milliyetçilik yarışında olduğu günlerde Einstein, milliyetçiliği bir çocukluk hastalığı, insanlığın kızamığı olarak tanımlar. 1930’da Amerika’da yaptığı ünlü ‘Yüzde 2’ konuşmasında savaşa çağrılan gençlerin yüzde 2’si dahi savaşı reddetse devletlerin bunun karşısında çaresiz kalacağını söyler. 1930’lu yıllarda Avrupa’da çeşitli devletlerde yargılanan savaş karşıtları için devlet başkanlarına destek mektupları yazmaya, savaş karşıtı hareketlere finansal olarak destek olmaya ve her fırsatta savaş karşıtı konuşmalar yapmaya devam eder. 1932’de Lyon’da Uluslararası Savaş Karşıtları Kongresi’nde yaptığı konuşmada, dünyada herkesin silahsızlanmadan bahsettiğini, oysa dünyaya barışı getirmek için konuşmadan daha fazlasının yapılması gerektiğini ve toplumların bu adımı siyasetçilerden beklemek yerine kendilerinin hemen harekete geçmeleri gerektiğini söyler.

1933 yılında Almanya’da Hitler/faşizm iktidara gelir ve muhalif, Yahudi bilim insanı Einstein’ın sürgün yaşamı başlamış olur. Kısa süre içinde Einstein’ın tüm mal varlığına el konulur. 1934 yılında Amerika’ya geçen Einstein, bilim çalışmalarını yeni evi Princeton’da sürdürürken, bir yandan da Alman faşizmine ve savaş fikrine karşı mücadeleye devam eder. Einstein meslektaşı Macar bilim insanı Leo Szilard’ın ısrarıyla Nazilerin bir atom bombası yapabileceklerini öngörerek bu riski dönemen ABD başkanı Roosevelt’e bildirir. Hayatının son döneminde bu mektubu hayatında yaptığı en büyük yanlış olarak tanımlar, zira bu kez ABD atom bombası çalışmalarına başlar. İki büyük fizikçi Einstein ve Szilard atom bombasının kullanılmaması için büyük çaba harcar ancak Amerika’nın Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombası kullanarak 200 bin üzerinde sivili katletmesine engel olamaz. Einstein atom bombasının kullanılmasına öfkesini her fırsatta dile getirir.

Amerika’da siyahların eşitlik mücadelesini destekler, Gandhi’nin Hindistan’da verdiği bağımsızlık mücadelesini her fırsatta över, toplumu atom-hidrojen bombasının tehlikelerine karşı bilgilendirmeye, soğuk savaşın öngördüğü gerilimlerine karşı Amerika ve Sovyetler arasında diyaloğun oluşmasına katkı sunmaya çalışır. Tüm bu çabaları Amerika’da kimi çevreler tarafından ‘komünist’ olarak anılıp marjinalize edilmeye çalışılmasına yol açar.

Almanya’dan sonra Amerika’da da yönetenler tarafından vatan haini olarak mimlenir. 1952’de ilk denemesi yapılan hidrojen bombasını ve Amerika’nın yüzyıl başında Almanya’nın yaptığı gibi giderek militarize olmasını her fırsatta kınar. Aynı yıl Amerika’da sol duyarlılığı olan tüm bireyleri hedef alan ‘cadı avı’na dair her bireyin bu saçmalığa karşı durmasının bir ödev olduğunu söyler. 1942’de İsrail kurulmadan çok evvel, bu kuruluşun başarılı olmasının tek şartının Araplar ve Yahudilerin barış içinde bir arada varolmaları olduğunu vurgular ve Mısır-İsrail gerginliğine dikkat çeker.

Einstein tüm ömrünü insanların barış içinde yaşayacakları bir dünya için mücadele ederek geçirir.

Peki Einstein, Çağlayan Adliyesi’nde ne arıyor?

Erdoğan ve kurmaylarının en büyük korkusu barış

Bugün benim de imzalamaktan mutluluk duyduğum barış bildirisine imza atan bilim insanları, işini kaybeden onlarca meslektaşımız ve barış bildirisine attıkları imzadan ötürü hapiste tutulan hocalarımız Esra Mungan, Kıvanç Ersoy, Meral Camcı ve Muzaffer Kaya, Einstein’ın temsil ettiği barış geleneğini sürdürüyor. Toplumun gerçeği bilmesi ve barış içinde yaşamasını her türlü çıkarın üzerinde gören bilim insanlarının geleneğini…

Ne yazık ki 2016 Türkiye’sinde Erdoğan ve kurmaylarının en büyük korkusu barış. Zira başkanlık sisteminin kurulabilmesi için savaşa ve savaşın yarattığı korku ve nefrete ihtiyaçları var. Savaşın yarattığı çaresizlik hissini kullanarak milliyetçi oyları almayı, muhalefeti hareket edemez hale getirmeyi, HDP’yi her araçla marjinalize ederek muhtemelen tekrarlayacakları seçimde baraj altında bırakmayı ve her türlü sözü anlamsızlaştırarak referandumda başkanlığı topluma tek çare olarak sunmayı planlıyorlar.

Bundan ötürü, barış istemek, PKK ile devletin güvenlik güçleri arasında süren savaşın sonlanmasını savunmak, çocukların, sivillerin, Kürt ya da Türk gençlerinin katledilmesini kınamak en büyük suç… Bundan ötürü Suruç’ta, Kobane’ye çocuklara park yapmaya giderken ya da Ankara’da barış için toplanan insanlarımız bombalarla katlediliyor… Bundan ötürü hocalarımız hapisteler, bundan ötürü Kürt halkı son yüzyılda yaşadığı en büyük yıkımlardan birisini yaşıyor ve bundan ötürü Batı’da pek çok yoksul evine gencecik insanların bedeni şehit cenazesi adıyla geri dönüyor.

Ne yapmalı?

Oysa Kürt sorununun silahla, savaşla çözüleceğini iddia etmek için ya gerçekten aptal olmak ya da savaştan ciddi bir çıkar elde etmek gerekiyor. Bu manada savaştan çıkar sağlayan savaş medyasını, siyasetçileri ve saray soytarılarını anlamak güç değil. Peki Türkiye’de bu korkunç savaşın bitmesini isteyenlere ne görev düşüyor?  Çocuklar, gençler ölmesin diyen insanlarımız, bu acılar artık bitsin diyen çoğunluk ne yapmalı?

Bu her gün ölüm haberi aldığımız, bunaldığımız savaş günlerinde, savaş denilen aptallık haline karşı, elimizden gelen her fırsatta, her şekilde yaşamı savunmak zorundayız. Barışı savunmak konusunda ölümü savunan insanlık düşmanları kadar cesur olmalıyız. ‘Barış İçin Akademisyenler’ bu manada hem dünyada, hem Türkiye’de çok güçlü bir etki yarattı, dile getirdikleri hakikatler ve barış talebi AKP’nin hiç beklemediği bir anda şok etkisi yarattı. Tepkileri bu şoktan kaynaklanıyor.

Erdoğan’a karşı Einstein!

Şimdi barışı savunmak için, Einstein sizi 22 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’ne çağırıyor. O, fikirleriyle orada olacak, zira ilgilendiği iki dava var. Barışı savundukları için hapiste tutulan hocalarımız ve gerçeği toplumla paylaştıkları için yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül’ün davaları aynı gün.

Barışı savunmak, hakikati savunmak, gencecik insanların olduğu ve öldürdüğü bu lanet günlerin son bulmasını istemek için orada olalım. Artık bir asker, bir gerilla ya da bir sivil daha kaybetmeye bu ülkenin sabrı da, gücü de kalmadı. Her ölüm, yeni ölümlerin yolunu açıyor… Oysa şimdi barış ve diyalog zamanı. Şimdi ‘Barış İçin Akademisyenler’i hapisten kurtarma zamanı…

Tüm planlarını savaş üzerine kuran Erdoğan rejimine karşı Einstein’ın ruhu bizlerle olacak.

Savaşa karşı barış. Erdoğan’a karşı Einstein! AKP’ye karşı inadına özgürlük…

Dipnot: Einstein’ın Barış mücadelesine dair pek çok kaynak var ancak her şey bir arada derli toplu olduğu için çoğunlukla bu kaynaktan yararlandım. Ayrıca bu ve şu kaynaktan.