Kötülük kaybedecek, bilim kazanacak!

Yazar / Referans: 
Hasret Gültekin KOZAN, evrensel.net
Tarih: 
11.09.2016

“Kötülük kaybedecek, bilim kazanacak!” diyordu o güzel akademisyen, defalarca bağırdı o gür sesiyle o gün... 

1 Eylül Dünya Barış Günü’nün gecesi, çıkan 672 sayılı KHK ile üniversitelerden ihraç edilen akademisyenler arasında Kocaeli Üniversitesi’nden aydın, ilerici, bilimden yana, emek mücadelesinin destekçisi ve Barış İçin Akademisyenler oluşumunun imzacısı olan 19 akademisyen de vardı. Barış gününde böylesi güzel insanların diğer ihraç edilenlerin arasına konulması, elbette tesadüf değildi... Süreci baştan anlatacak değilim, ben o günü anlatacağım. Benim gözümde tarihe geçen, hayatım boyunca unutamayacağım o günü...

Takvimler 7 Eylül 2016 çarşamba gününü gösteriyor. Sabah 09.00’a Kocaeli Üniversitesi Anıtpark Kampüsü’ne, Mimarlık Fakültesi önüne çağrı yapıldı ilk. Doç. Dr. Gül Köksal, burada odasını toplayacak ve sonrasında Umuttepe Kampüsü’ne geçecektik. Kapıda güvenlik görevlileri, “yukarıdan” aldıkları “emir” gereği akademisyenleri, öğrencileri ve onlara desteğe gelenleri içeri almayınca, güne “rezalet” ile başladık. Bu rezaletin kısa sürmesi, sonradan içeriye alkışlarla girmemiz, özellikle Gül Hoca’nın o neşesi gerçekten görmeye değerdi. Daha sonrasında kendisi “Alkışlarla koridorları inleterek girdik içeri, hiç böyle havalı girmemiştim okula, Hayatın Sesi görüntüleri yayınlasın, 5000 kere izleyeceğim” diyecekti. 

‘5 DAKİKA İÇERİSİNDE ALMAZSANIZ, TURNİKEDEN ATLAYIP BEN GİRECEĞİM!’

Girişimiz gibi, çıkışımız da havalı oldu. Sonra doluştuk arabalara ve Umuttepe Kampüsü’ne gittik. Burada da ilk önce Fen Edebiyat Fakültesi’nde Doç. Dr. Aynur Özuğurlu’nun odasını boşaltmak için bulunduk. İlk bakışta naif ve sakin görünen Özuğurlu, Anıtpark Kampüsü’nde keyfi olarak bekletilince güvenlik görevlilerine karşı hakkını savunan bir kaplana dönüşmüştü adeta, gözlerindeki haklı öfkeyi görmek mümkündü: “Bizi içeri alın! 5 dakika içerisinde almazsanız, turnikeden atlayıp ben gireceğim!”
Aynı odayı birlikte paylaşan Yrd. Doç. Dr. Hülya Kendir ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ruhi Demiray birlikte çıktı odalarından. İki siyaset bilimci, ülkenin savaştan ve kandan kurtulması adına imza atmıştı o bildiriye. Derslerde anlattıklarıyla kalmadılar onlar, somuta büründüler, barışı anlattılar öğrencilerine. Hülya Hoca’nın da dediği gibi, bu kısa bir vedanın ardından tekrar kaldıkları yerden barışı, emeğin siyasetini, demokrasiyi anlatacaklar, eminim...

‘BEN BARIŞI ŞU AN BENİ ÇEKEN O POLİS MEMURU İÇİN DE İSTİYORUM’

Sonrasında Yrd. Doç. Dr. Yücel Demirer’in odasına geçiyoruz. Omzumda yaklaşık 1200 gr ağırlığında kamera ile Hayatın Sesi Televizyonu’na ve aynı zamanda akademisyenlere ulaştırmak için yaptığım çekim için, daha önce defalarca başka haberler için kapısını çaldığım Hocamın odasına bir kez daha giriyorum. Yine o güleç yüzüyle karşılıyor, bu sefer “Otur” edemiyor ama olsun, bu günlük böyle olsun. Günün sonunda yapılan basın açıklamasında “Ben barışı şu an beni çeken o polis memuru için de istiyorum” demesiyle bir kez daha hafızalara kazınıyor. Anlamayana, görmeyene ders olsun diye...
Yrd. Doç. Dr. Güven Bakırezer’in odasına geçiyoruz sonrasında, “Hâlâ odamı görmemiş olanlar gelsinler, bu son şansınız” diyor gülümseyerek. Herkesi o küçücük odasına davet ediyor ve neşe ile odasını tanıtıyor, fotoğrafları, kitapları bir bir anlatıyor...
Adem Yeşilyurt, imzacılar içerisinde tek araştırma görevlisi olan. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde görev alıyor ve bu kadar akademisyen içerisinde en genç olanı. Şu sözle de belli ediyor kendini: “Hiçbir korkumuz yok, geri döneceğiz ve dönüşümüz muhteşem olacak!”
Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu’nun odasına giriyoruz ve duvarlarda kitaplarla dolu kitaplıklar sağlı sollu karşılıyor bizi. Lordoğlu kitapların hiçbirini almayacağını söylüyor, hepsini Çalışma Ekonomisi bölümünün kitaplığına bırakacak. Burada Lordoğlu’nun dağcılık sertifikası göze batıyor hemen, dağcılık yapan Lordoğlu için eşi Nilay Etiler, “Kuvvet yakın zamanda bir dağı gözüne kestirip oraya çıkacak ve bundan sonrasına ne yapacağına daha rahat bir kafayla karar verecek” diyor. Çünkü Lordoğlu emekli olmayı düşünmüyor. 

CAMIN İŞÇİLERİNİ YAZDI DEFNE’NİN BABASI…

“Camın İşçileri” kitabının da yazarı olan Doç. Dr. Hakan Koçak’ı, odasını kızı Defne ve eşi ile boşaltırken buluyoruz. Defne’nin babası Koçak söze hemen, “Onu utandıracak bir şey yapmadım” diyerek başlıyor. Evet, Defne’nin babası onu utandıracak bir şey yapmadı, bu güzel insanları bu duruma getirenlerdir asıl utanması gerekenler...
Üçüncü kez akademik hayatından koparılan Prof. Dr. Veli Deniz’in odasını alkışlarla boşaltmak üzere Mühendislik Fakültesi’ne geçiyoruz. Biz gelmeden önce dostlarıyla birlikte eşyalarını toplamış, kolilere koymuş bile. Öyle bir konuşma yapıyor ki bu güzel insan; “Akademik elbisemi doktora asistanıma bırakıyorum, bilim mücadelesini o devam ettirecek. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında güzel işler yapacağına inanıyorum” diyor. Gözlerin nemlenmemesi, elde değil...
Sağlık Meslek Yüksekokulu’na geçiyoruz ardından, Doç. Dr. Özlem Özkan’ı ‘şimdilik’ burada uğurluyoruz. Kendilerinin değil, Rekötörlüğün, YÖK’ün ve AKP’nin suçlu olduğunu söyleyen Özkan, “Laik, piyasalaşmaya ve özelleştirmeye karşı duran, eli; hastası ve öğrencisinin cebinde olmayan bizler suçlu değiliz, onlar” ifadelerini kullanıyor. Geri geleceklerini, kütüphanelerini ve odalarını arkadaşlarına, devrettiklerini de sözlerine ekliyor. 

MİSAFİRLERİNE TEK TEK ŞEKER UZATAN AKADEMİSYEN…

Ardından Tıp Fakültesine geçiyoruz, Halk Sağlığı ve Ana Bilim Dalına geçiyoruz. Destek için gelenler, 5 katı alkışlar ve sloganlarla çıkıyor, merdivenin sonunda Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve Prof. Dr. Nilay Etiler var. En son Orhangazi Köprüsü’nün çevre ve sağlığa etkilerini konuşmak için buraya gelmiştim, iki değerli hocayla görüşmüş, Onur Hoca’dan görüş almıştık. Şimdi yine buradayız, daha kalabalık bir şekilde. Bu iki isim bizi hemen girişte karşılıyor, gelen herkesin elini sıkıyor ve “Hoş geldiniz” diyor. Sonrasında ise Onur Hoca gelen misafirlerine şeker uzatıyor. Bu güzel görüntüler bile bu insanların ne kadar ince ve iyi yürekli olduğunu gösteriyor. Onur Hoca gururlu bir şekilde konuşuyor kameramıza, Nilay Hoca ise yıllar önce Zonguldak’ta çalışma yaptığı bir madende çıkardığı kömürü gösteriyor bize. “Bunu çalışma arkadaşlarıma bırakacağım” diyor. Konuşmaların sonrasında veda zamanı... Bir başka hüzünlü geçiyor burası, göz pınarları boşalıyor herkesin...
Bir kat aşağı iniyor, Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer’in odasına geçiyoruz. Odasının girişinde yer alan isimliğini, konuşmasının ardından sökerek, yanına alıyor. Kendilerini kamu görevinden hiçbir gücün uzaklaştıramayacağını söyleyen Biçer, “Bugüne kadar odalarımızı paylaştığımız kişilerle kamusal alanı paylaşmaya devam edeceğiz” ifadesini kullanıyor. O isimliğini sökünce, arkadaşlarının daha önce hazırladığı “Prof. Dr. Ümit Biçer Bilim Odası” yazılı kâğıt, kapıya asılıyor alkışlar eşliğinde...
Öğrencilerinin ve asistanlarının kendinden kurtulamayacağını söyleyen Prof. Dr. Zelal Ekinci’yi öğrencileri iki demet çiçek ile uğurluyor ‘şimdilik.’ O da bunu ifade ediyor çünkü “Şimdilik gidiyoruz, geri döneceğiz” diyor. 

‘NURAY İÇİN...’

Son uğurlamaya geçiyoruz şimdi, Prof. Dr. Cengiz Erçin’i uğurlayarak odaların boşaltılmasına nokta koyacak, basın açıklaması ile günü bitireceğiz. Cengiz Hoca, faşizmin tanımını alanıyla birleştirerek öyle bir güzel anlatıyor ki: “Faşizm, biyolojideki kanserin sosyal versiyonudur.” Ve ardından o son darbeyi indiriyor adeta: “Ben mesela Nuray için imzaladım bu bildiriyi. Ama bu bildiriyi imzaladık, bize yazıklar olsun ki bu kanı durduramadık!” Nuray, Suruç’ta katledilen Kocaeli Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi öğrencisiydi. Cengiz Hoca hâlâ Nuray’ın fotoğrafını sakladığını da sözlerine ekledi, herkes sustu...
Tek tek boşaltılan, fakülte fakülte gezilen odaların ardından Umuttepe Kampüsü’nün A Kapısı önünde açıklama yapıyor bu sefer akademisyenler ve tek tek konuşuyorlar: “Geri döneceğiz!” Ve benim gözümde tarihe yazılan bu güne Adnan Yücel’in şu dizeleri eşlik edebilir ancak:
“…
Saraylar saltanatlar çöker 
Kan susar bir gün 
Zulüm biter. 
Menekşeler de açılır üstümüzde 
Leylaklar da güler. 
Bugünlerden geriye, 
Bir yarına gidenler kalır 
Bir de yarınlar için direnenler...”