Boğaziçi’nden ihraç edilen doçent Levy-Aksu: İmza vicdani görevdi, hiç pişman değilim

Yazar / Referans: 
ÖZGÜR TAYFA, Diken
Tarih: 
12.03.2017

‘Barış İçin Akademisyenler’ girişiminin güneydoğuda yürütülen operasyonları eleştirdiği ‘Bu suça orta olmayacağız’ başlıklı bildirisine imza attığı için işinden gücünden edilen son akademisyen Boğaziçi Üniversitesi’nden Noemi Levy-Aksu oldu.

Bu ay başında YÖK’ten gelen bir yazıyla sosyoloji bölümünden Prof.Dr. Abbas Vali’yle birlikte tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Levy-Aksu’nun da işine son verildi. Böylece o güne kadar akademisyenlere yönelik ‘ihraç furyası’nın dışında kalmayı başaran Boğaziçi de OHAL’den nasibini almış oldu.

Levy-Aksu, işine geri dönmek için mücadeleye başlamış bile, kazanacağından hiç şüphesi yok; attığı imzadan ise hiç ama hiç pişman değil…

Bir Osmanlı ve Türkiye tarihçisi olarak ‘AKP dönemi Türk tarihi’ni ise şöyle özetliyor Levy-Aksu: “Özellikle temel hukuk düzeninin yıpratılması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve toplumsal baskı açısından daha önce karşılaşmadığımız bir süreç.”

‘Rektör benimle hiç iletişim kurmadı’

Nedir işin özü? Sizi okuldan attılar mı? Bu kararı kim verdi?

YÖK, Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne 8 Mart’ta ulaştırılan 22 Şubat tarihli yazısıyla sosyoloji bölümü profesörü Abbas Vali ve benim çalışma izinlerimizi iptal ettiğini belirtti. Bu karar Boğaziçi Üniversitesi’nden çıkmadı ama üniversitede çalışmaya devam etmemi imkansız kılıyor.

Çalışma izni iptali hakkında bir gerekçe gösterildi mi?  

Hayır, YÖK’ten gelen yazı sadece isimlerimiz ve çalışma izinlerimizinden ibarettir.

Üniversite yönetiminin yaklaşımı ne oldu? Yeni gelen rektörün tavrı neydi bu konuda? Sizi arayan, soran oldu mu?

Haberi çarşamba sabah görevli olarak bulunduğum Londra’da Boğaziçi rektör yardımcısından gelen email yoluyla öğrendim, perşembe akşam İstanbul’a geldim. Çok sayıda öğretim üyesi bana desteğini ifade etti ama rektör benimle hiç iletişim kurmadı (Editör notu: Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne aday bile olmamasına karşın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından atanan Prof. Dr. Mehmed Özkan, üniversitenin özgürlükçü yaşam geleneğine sahip çıkacağını öne sürmüştü).

‘Daha önce karşılaşmadığımız bir süreç’

Kaç yıldır Türkiye’deydiniz?

13 yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Bu yıl bir kitap projesine odaklanmak için Newton Fund / British Academy tarafından verilen bir bursla Londra Birkbeck College hukuk bölümünde misafir araştırmacıyım.

Nereden esti Osmanlı tarihi çalışmak? 

Biraz tesadüf aslında. Fransa’da lisans okurken modern Arap dünyasının doğuşu hakkında bir ders aldım. Özellikle Osmanlı kısmı ilgimi çekti ve bu alanda çalışmaya karar verdim.

Bir tarihçi olarak Türkiye’nin içinden geçtiği dönemi nasıl okuyorsunuz? 

Boğaziçi’nde modern Türkiye tarihi dersi veriyorum. Türkiye’nin her döneminde devlet şiddeti ve hak ihlalleri olmuş. Dolayısıyla bu dönemi geçmişi idealize ederek değerlendirmeyeceğim. Ancak şu anda özellikle temel hukuk düzeninin yıpratılması, geniş çaplı tasfiye, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve toplumsal baskı açısından daha önce karşılaşmadığımız bir süreç.

İlk geldiğiniz günden bugüne ne değişti? Neler gözlemlediniz? Toplumsal hayatta, sizin günlük hayatınızda…

Türkiye’ye geldiğim zaman AKP’nin ‘liberal’ dönemiydi. Gündem Avrupa Birliği, sivilleşmeydi; iyimser bir genel hava vardı. Taksim’de oturuyordum, ortam çok canlıydı, eylem ve eğlence çoktu. Muhalefet için bir alan vardı. Özellikle son yıllarda yükselen baskı ve saldırılar döngüsüyle bu alan gittikçe daraldı. Ancak Gezi, 7 Haziran seçimleri ve şu andaki ‘Hayır’ kampanyası gibi süreçler her şeye rağmen bu alanın kaybolmadığını gösteriyor.

‘Burada kendimi buldum’

Türkiye, İstanbul sizin için ne ifade ediyor? Hayatınızdaki yeri ne?

Türkiye’de doğmadım, Türk değilim. 23 yaşında İstanbul’a geldiğim zaman bir yıl kalacaktım ama birkaç ay sonra dönmemeye karar verdim. Kalmamın sebebi iş, aşk, havası doğası güzel falan değil.  Burada bütün baskılara rağmen, güçlü, vicdanlı farklı kuşaklardan, farklı ortamlardan insanlarla tanıştım, arkadaş oldum. Sadece direnme güçleri değil, hayata karşı cömert, kararlı ve iyimser tavırları beni derinden etkiledi. Burada kendimi buldum diyebilirim.

Türkiye’de yaşamaya devam etmek istiyor musunuz? 

Elbette! Çalışma iznimle beraber YÖK’e bağlı ikamet iznim de iptal edildi. YÖK veya devlet gözünde yabancı olabilirim ama kendimi buraya ait hissediyorum, burada yaşamaya devam etmek için gerekli adımlar atacağım.

‘Üniversitelerde korku ve endişe hakim’

Akademisyenler görevlerinden alınırken öğrenciler de eğitim hakkından mahrum kalıyor. Bu olayların gölgesi Türkiye’nin gelecek 10- 20 yılına nasıl düşer?

Çok endişe verici bir durum. Dersler verilemiyor, tezler yönetilemiyor, akademik liyakat ilkesi çiğneniyor. Bunun telafisi zor olacaktır.

Üniversitelerin baskıya direnecek gücü var mı?

Şu anda birçok öğretim üyesi ve öğrencide korku ve endişe hakim. Ancak baskılara rağmen direnmeye devam eden öğretim üyeleri ve öğrenciler var. Bunun yanında birçok yerde ihraç edilen öğretim üyeleri alternatif akademileri kurarak bilimsel çalışmaları paylaşmaya, aktarmaya devam ediyor, muhalif seslerini duyurmaya devam ediyor.

‘İmza vicdani görevdi, hiç pişman değilim’

Bildiriye imza atarken sonuçlarının böyle ağır olabileceğini düşünmüş müydünüz?

Bildirinin amacı Kürt bölgelerindeki savaşa, hak ihlallerine ve devlet şiddetine ‘Hayır‘ demekti. İmza atmak benim için bir vicdani görevdi, açıkçası sonuçların ne olabileceğini hiç tartmadım. Bildirinin bu kadar tepki yaratacağını düşünmemiştim ama hiç pişman değilim.

Mücadele edeceğinizi söylediniz. Nasıl adımlar atmayı düşünüyorsunuz?

YÖK’ün kararına karşı hukuki süreci başlatıyoruz. İdare mahkemesinde dava açacağız. Ayrıca Boğaziçi rektörlüğünden de YÖK’e karşı idari başvuru yapmasını ve idari dava açmasını talep edeceğim.

Hukuki sürecin yanında bugünlerde yaptığımız gibi bilimsel olan ve olmayan faaliyetlerle Boğaziçi’nde ve Boğaziçi dışında muhalif seslere yapılan haksızlıklara karşı çıkmaya devam edeceğim. Bu mücadele bireysel değil, benzer haksızlıklara uğrayan sayısız arkadaşla beraber yürüttüğümüz bir mücadele.

Bunun ötesinde, ‘barış bildirisi’nin kınadığı savaş ve hak ihlalleri bugün bütün şiddetiyle devam ediyor. Bunun takipçisi olmayı, hukuk devletini savunmayı, OHAL’ın açtığı keyfiyetine karşı çıkmayı siyasi kutuplaşmaları ötesinde bir vicdani görev olarak görüyorum.

Ya bu mücadeleyi kaybederseniz? Okula dönemezseniz? 

Bu mücadeleyi haksız yere ihraç edilen bütün meslektaşlarım gibi kazanacağım konusunda hiç şüphem yok. Boğaziçi’ne döneceğim ve öğrencilerime kavuşacağım.