Haiti Devrimi, Kürt sorunu ve barış süreci

Yazar / Referans: 
Hikmet İlhan
Tarih: 
21.04.2013

İlk bakışta, başlıkta Haiti Devrimi’nin ve Kürt sorunun birlikte anılması çok alakasız gelebilir kulağa fakat durum hiç de sanıldığı gibi değil. Zira Haiti Devrimi tüm direnen halkların, sınıfların mücadelelerinin nasıl unutturulduğuna, yok sayıldığına, kategorisizleştirildiğine dair çok önemli ipuçları veriyor. Buradan hareketle Kürt sorununda ve barış süreci dediğimiz zaman içinde gelişen birkaç olaya işaret edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Michel Rolph Trouillot, Silencing the Past [Geçmişi Sessizleştirme] adlı kitabında tarihin muktedirler tarafından nasıl oluşturulduğunu, bir iktidar ve yıldırma aygıtı olarak kullanıldığını uzun uzun açıkladıktan sonra mevzuyu Haiti Devrimi’ne getirir ve şunu sorar: Haiti Devrimi 1791 yılında, her zaman referans olarak gösterilen Fransız Devrimi’nden hemen sonrasında başlamasına ve 13 yıllık zorlu mücadelenin ardından zaferle sonuçlanan, dünyanın en önemli devrimlerinden biri olmasına rağmen neden hiç bilinmez? Trouillot’ya göre bunun iki nedeni vardır: Haiti Devrimi’nin tarihi kaynakların dışında tutulması, yani kaynaksızlaştırılması ve de böyle bir devrimin düşünülebilir olmaması düşüncesi. Evet, Trouillot yaptığı araştırmada Haiti Devrimi’nin Penguin Yayınları, Larousse Ansiklopedisi gibi kanonik bilgi kaynaklarında geçmediğini, söz konusu devrimin Marksist, solcu yazarlarca da göz ardı edildiğini vurgular ve buna örnek olarak 20. yüzyılın en önemli Marksist tarihçilerinden Eric Hobsbawm’ın “Devrimler Çağı: 1789-1843” adlı kitabında Haiti’ye yer vermemesini sunar. Trouillot’ya göre Haiti Devrimi’nin unutulmuş olmasının diğer ve daha da önemli nedeni başından beri Haiti Devrimi’nin düşünülemez (unthinkable) olmasıdır. Trouillot, Pierre Bourdieu’den alıntı yaparak düşünülemez olanı, kavramsallaştırmak için yeterli enstrümanlara sahip olmayan olarak tanımlar. Haiti’deki halk siyah ve köle olduğu ve bundan dolayı da “insan olmayan” ya da “daha az insan olan” olarak düşünüldüğü için Haitililerin devrim yapması tahayyül edilememiştir. Devrim gerçekleşmesine rağmen buna bir türlü inanmak istemeyen Batılı güçler verili kategorileri tehdit ettiği için 19. yüzyılın sonuna kadar onu devlet olarak tanımamışlardır bile.

Düşünülemezlik noktasından hareket edecek olursak, Kürt sorununda barışçıl çözümün konuşulduğu bugünlerde Kürt hareketine yöneltilen (birçoğu haksız) eleştirilere bir cevap verilebilir kanısındayım. Ece Temelkuran’ın “Yutkunma Tarihi” adlı yazısında cisimleşen haliyle Türkiye’deki birçok sol ve liberal kesim Kürt hareketinin 30 yıllık acılarını, mücadeleleri bir kenara bırakarak hegemonik güçle birleşme, var olan eşitliksiz düzeni sürdürme gafletine düştüğünü iddia ettiler, ediyorlar. Peki ne oldu da daha düne kadar Kürt halkının mücadelesine destek veren bu insanlar, gruplar birden Kürt hareketinin karşısına dikildi? Bazılarının iddia ettiği gibi barış karşıtlığından mı yoksa barışa dair politikaları olmadığı için böylesi bir sürece aniden yakalandıklarında telaşa kapıldıkları için mi? Bence her ikisi değil. Bunun cevabı Kürtlerin, Haiti örneğinde olduğu gibi, birdenbire düşünülemez bir kategori olarak ortaya çıkmaları. TC’nin egemen devlet aklı bile Kürtleri muhatap almayı nihayetinde kabul etmişken eski Kürt “dostlarının” birden karşı tavır alması aslında bu insanların ve grupların devletin 90 yıldır pompaladığı söylemden etkilendiğini gösteriyor. Şöyle ki Kürtler devlet tarafından şaki, eşkıya, terörist, en fazla dağdakiler olarak kodlanırken Kürt mücadelesini yürütenler bazı liberal ve sol çevrelerce en fazla dağdaki, militan, gerilla olarak tahayyül edildi. Yani Kürtlerin aktörlüğü, özneliği en fazla gerillalığa terfi edebildi onların nazarında (halbuki 90’ların başından beri aktif bir legal Kürt siyasal hareketi de var Türkiye’de).  Barış süreci denilen şu ortamda Kürtleri hegemonyanın bir parçası olmakla suçlamak, soruna yüzeysel yaklaşıldığını ileri sürmek Kürt hareketinin temsilcilerinin ve de dolayısıyla Kürt hareketinin politika, direnme ve mücadele birikimini görmezden gelip aslında Kürtlerin aktör, özne olarak kurgulanamadıklarını, kabiliyetsiz ve kapasitesiz olduklarını var saymaktır. Liberal ve hatta sol çevrelerin bu düşünceden kopamayışı, bir şekilde devletin Kürt tahayyülüne meyletmesi ise Haiti meselesinde olduğu gibi Kürtlere dair kaynakların sessizliğe gömülmesi, hafızanın silinmesinden kaynaklanmaktadır. Coğrafi yer isimlerinin değiştirilmesi, on yıllar boyunca sözlüklere Kürt ve Kürtçe sözlüklerinin alınmaması (veya TDK örneğinde olduğu gibi sorunlu bir şekilde alınması), Kürdistan coğrafyasının paramparça edilerek isimsizleştirilmesi, Risale-i Nur gibi eserlerden dahi Kürt kelimesinin çıkarılması, kısacası tarihsel kaynakların ve belleğin susturulması Kürtlerin “beceriksiz” olarak algılanmalarına sebep olmuştur. Benzer şekilde Irak Kürdistanı’yla ilgili yıllarca sürdürülen tartışmaların yanı sıra Suriye Kürdistanı’nın da sürekli bir uydu devletçik olarak sunulması, aslında Kürtlerin sadece birkaç kasabayı ele geçirdiğinin söylenmesi Kürtlerin geçmişte yönettikleri devlet ve mirliklerinin göz ardı edilerek aslında yönetici özne olarak kabiliyetsiz olmalarını ima eder, ki bu varsayım o kadar yaygın ve kabul edilebilir olmuştur ki bazı Kürtler bile Kürtlerin kendi kendini yönetemeyecek, aktör ve özne olamayacaklarına inanmışlardır.

Sonuç olarak yapılması gereken, bazı sol ve liberal çevrelerin kendi anlam ve kavram haritalarını gözden geçirerek Kürtlerin özneliğine ve aktörlüğüne saygı gösterip barış mücadelesinde Kürtlerin yanında olmaları ve hep birlikte anlam haritalarını yeniden oluşturmaktır. Zaten Amed Newrozu’nun özeti niteliğinde olan şu slogan Kürtlerin öznellik ve aktörlüğüne dair her şeyi anlatmıyor mu? “Savaşa da hazırız, barışa da!”