Eren Kırmızıaltın'ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Hikmet Adal, Bianet
Tarih: 
28.05.2019

"Kelimenin tam anlamıyla korkunç olaylar yaşandı, insanlar öldü, evler yıkıldı. Ve buna karşı yapabildiğim tek şey “daha fazla ölüm olmasın” diyebilmek için Barış için Akademisyenler’in şiddet karşıtı metnine imza atmak oldu."

Gazi üniversitesi'nden Araştırma Görevlisi Eren Kırmızıaltın'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Sayın mahkeme heyeti,

Kelimenin tam anlamıyla korkunç olaylar yaşandı, insanlar öldü, evler yıkıldı. Ve buna karşı yapabildiğim tek şey “daha fazla ölüm olmasın” diyebilmek için Barış için Akademisyenler’in şiddet karşıtı metnine imza atmak oldu. Ne insanların ellerinden silahları alabildim, ne bu çatışmanın tarafı olmayan mazlumların bu çatışmadan etkilenmemelerini sağlayabildim, ne de korkunç olayların yaşandığı bölgedeki sefaleti azaltabildim. Böyle bir gücüm yoktu. Neticede daha fazla ölümün olmaması için ilgili metne imza attım. Ölümü değil yaşamı savundum.

Ancak bunun sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkımda dava açıldı ve savcılık makamının “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak” suçlaması nedeniyle karşınızda bulunuyorum. Bu suçlamanın dayanağı ise daha fazla ölüm olmasın diyen bir metne imza atmış olmam.

İddianame ve suç isnadına ilişkin görüşlerimi onlarca madde olarak sunmak istiyordum. Çünkü iddianamenin her sayfasında itiraz edilecek, somut kanıtlarla desteklenmeyen birçok ifade, akıl yürütme vardı. Sonra bunun pek yararı olmayacağını düşündüm. Kimse dinlemezdi, dikkate almazdı. Dinlenebilecek bir kısalıkta olsun belki dikkate alınır dedim ve savunmamı dört maddede sunmaya karar verdim.

1. 

İddianameye ifadem yanlış aktarılmıştır. İddianamede belirtilen sorular sorulmadı ve ben de iddianamede yazan açıklamaları yapmadım. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17/06/2016 gün ve 2016/5734 soruşturma sayılı talimatı gereğince Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Talimat Bürosu’na 26/07/2016 tarihinde verdiğim ifadede de belirttiğim gibi, talimat dosyası içerisinde, hangi suç isnadı ve fiille yargılandığıma ilişkin bir ibare yoktu.

İlginç bir şekilde, iddianamenin altıncı sayfasında “Ayrıca, İstanbul’daki Üniversitelerde görevli bazı akademisyenler ‘savcılığın hangi suçu isnat edeceğini belirlemeden soruşturma’ başlattığını ileri sürerek yargı organlarını ulusal ve uluslararası kamuoyunun hedefi haline getirmeye yönelik bir iftira kampanyası başlatarak örgüt amaçlarına doğrudan hizmet etmişlerdir” yazmaktadır.

Sayın mahkeme heyeti, en azından Ankara’daki bir üniversitede bir zamanlar görevli olan şahsıma dair soruşturmanın böyle açıldığını, ilgili talimat dosyasına ve sorgulama tutanağına bakarak teyit edebilir. Savcılığın suç isnadı olmadan soruşturma başlattığını “ileri sürmek” ile “örgüt amacına doğrudan hizmet etmek” arasında nasıl bir bağ olduğunu anlamak mümkün değil. Durumun böyle olduğunu ve bunun kolaylıkla teyit edilebileceğini söylemenin, ne olduğunu bile bilmediğim örgüt amacı ile bir alakasının olmadığı ortadadır.

2.

İddianamedeki suçlama, talimatla imza attığım iddiası üzerinden temelleniyor. İddianamedeki diğer ifade ve akıl yürütmelerin neredeyse tamamı ise TMK 7/2’de yer alan cümle ile arada bir şekilde bağ kurmaya dönük. Şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim ki metni imzalarken kimseden talimat almadım. Kaldı ki iddianamede belirtilen 22 Aralık 2015 tarihinde yapılan açıklamadan da, 27 Aralık 2015 tarihinde yapılan kongreden de, öz yönetimlerden de haberim yoktu. Benim için önemli olan tek husus insan hayatıydı ve bu saikle imza attım.

3.

Yukarıda da belirttiğim gibi iddianamedeki ifade ve akıl yürütmeler TMK 7/2’de yer alan cümle ile arada bağ kurmaya dönük. İddianamenin her sayfasında “meşru göstermek”, “övmek”, “teşvik etmek”, “propaganda yapmak” fiillerinin bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bu fiillerle bir şekilde ilişki kurularak, somut kanıtlara dayanmadan, olmayan suç yaratılmaya çalışılmış. Aynı fiiller doğru ya da mantıklı olup olmadığına bakmaksızın tekrar tekrar yazılırsa iddianameye inanılacağı, iddianamenin doğru temellerinin olduğunun kabul edileceği varsayılmış sanırım. Ancak bu fiillere dayanak olarak gösterilenler o kadar zorlama, o kadar zayıf ki.

Doğru ya da mantıklı olmayan fiil kullanımlarına ilişkin birçok örnek verebilirdim. Ancak dinlenmeme ihtimalini dikkate alıp birer örnek vereceğim.

Doğru olmayan kullanıma dair örnek: 

Dördüncü   sayfada,    iddiaya    dayanak    olarak;    “Bildiride    Türkiye’nin   doğu    ve güneydoğusundaki yerleşim alanları için betimlenen tablonun tamamen gerçek dışı olduğu, güvenilir bir temelden yoksun bulunduğu ve bu yönüyle bildirinin açık bir propaganda malzemesi olarak kullanılarak bir suçlama kampanyası başlattığı da açıktır” denilmektedir.

Keşke betimlenen tablo gerçek dışı olsaydı. Gerçek dışı olmadığını hem dönemin sağlık bakanı hem Birleşmiş Milletler’in Şubat 2017 tarihli raporu hem de “Ayşe Çelik”in başvurusu üzerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin 10/05/2019 tarihli kararı teyit etti.

Dönemin sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Şubat 2016’da, Bursa’da gazetecilere yaptığı açıklamada “… Sur, Cizre, Silopi ve Diyarbakır'dan Türkiye'nin değişik illerine veya başka bölgelere 355 bin kişi göç etti” dedi. Anayasa Mahkemesi’nin belirtilen kararının 49. Maddesinde ise şöyle yazıyor: “Yüz binlerce kişinin çatışma bölgelerinden göç etmek zorunda kaldığı hesaplanmaktadır.”

355 bin kişi, yüz binlerce kişi! Tablo eğer tamamen gerçek dışı, yani iddianamedeki ifade doğru ise dönemin sağlık bakanının verdiği, Anayasa Mahkemesi’nin kararında geçen bu sayılar neyin nesi? Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Güneydoğusundaki İnsan Haklarının Durumuna İlişkin Rapor” başlıklı çalışmada yer alan, aynı bölgelerin farklı tarihlerde çekilen uydu fotoğrafları ise yıkımın ne derece büyük olduğunu gözler önüne sermekte.

Yüzlerce, belki binlerce mülk yok olmuş. Dikkat ederseniz raporda yazılanlardan bahsetmiyorum zira raporda yazılanlar, belgelendirilmiş olmalarına rağmen, “yalan”, “iftira”, “gerçek dışı” olarak değerlendirilerek değersizleştirilebilir. Ancak fotoğraflar eğilip bükülemez, farklı şekillerde değerlendirilmeye açık değildir. Ne olduğu çok net bir şekilde görünmekte.

Yani betimlenen tablo ne yazık ki gerçek dışı değildi. Ve bu betimlemenin terörü “meşru göstermek”, “övmek”, “teşvik etmek”, “propaganda yapmak” ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Betimleme sadece ve sadece koşulların çok kötü olduğuyla ilgiliydi ve ne yazık ki teyit edildi.

Şunu da buraya not edeyim: İddianamenin yedinci sayfasında “… AİHM ‘ancak gerçeği kanıtlamak koşuluyla eleştirel değer yargılarında bulunabileceği kararına varmış …” denilmektedir. Geldiğimiz noktada, betimlemenin gerçek olduğunu üç kaynağa dayanarak kanıtladım ve iddianamede AİHM’nin bu kararına referans var.

Bu durumda iddianame kendi kendini boşa çıkarmış olmuyor mu? Zira elimizdeki bilgilere göre tam da gerçeği kanıtlamak koşuluyla eleştirel değer yargılarında bulunulmuş ve kanıtlanmış. Bu arada, mahkeme heyeti talep ettiği takdirde kaynak sayısını artırabileceğimi de belirtmek isterim.

Mantıklı olmayan kullanıma dair örnek: 

İddianamenin yedinci sayfasında, “Bildiriye imza attıkları için üniversitelerde haklarında idari işlem başlatılan veya ihraç edilen akademisyenler ‘Dayanışma Akademisi’ altında dersler vererek kamuoyu ile birlikte mensup oldukları üniversite öğrencilerini Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine kışkırtmışlardır” denmekte ve  sonuç kısmında “akademik nöbet ve sokak dersleri ile çözümü sağlamaya değil sorunu tırmandırmaya yönelik bir arayış içerisine girildiği; yapılan propaganda ile kamuoyunun ve üniversite gençliğinin işlenen suça ortak edilmek istendiği …” ifade edilmektedir.

Ben de üniversiteden ihraç edildikten sonra Dayanışma Akademilerinden birinde ders verdim. Konusu Davranışsal İktisat idi. Bu konu üzerine çalışmaya da devam ediyorum. Şimdi ben Davranışsal İktisat anlatarak üniversite öğrencilerini Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine kışkırtmış mı oldum? Üstelik Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yakın bir tarihte açıkladığı üzere, yeni eğitim sisteminde Davranışsal İktisat 12. Sınıflarda okutulan derslerden biri olacak.

Belki de ders kitabı hazırlanırken yaptığım ya da yapacağım çalışmalardan yararlanılacak. Eğer liselerde okutulacak ders kitabında çalışmalarımdan yararlanılırsa kışkırtmaya ders kitabını yazanlar ve okutanlar ortak olmuş olur mu? Ayrıca bilgimizi paylaşmamız, ihraç edilenler olarak birbirimizle dayanışmamız nasıl propaganda olabilir?

Varsayalım ki ders kitabında Davranışsal İktisat üzerine çalışmalarımdan yararlanıldı. Bu durumun kışkırtmayla uzaktan yakından ilgili olmayacağı çok açık. Benzer şekilde dayanışmanın, bilgi paylaşımının propaganda ile, kışkırtma ile ilgili olmadığı, olmayacağı da çok açık. Bu ifadeler sırf “meşru göstermek”, “övmek”, “teşvik etmek”, “propaganda yapmak” fiillerinin kullanımını artırmak için eklenmiş izlenimi vermekte.

4.

Metindeki ifadeler üzerinden yapılan akıl yürütme ve suç isnadı hususu ise oldukça ilginç. İddianamede metin bir bütün olarak değil, yukarıda belirttiğim “meşru göstermek”, “övmek”, “teşvik etmek”, “propaganda yapmak” fiillerini kullanabilmek için parça parça incelenmiş. Bazı kelime ve ifadeler üzerinde özellikle durularak incelemeler yapılmış ve bu incelemelerden bir kanaate ulaşılmaya çalışılmış.

Üzerinde özellikle durulan kelime ve ifadeler savcılık makamını, devletin ve toplumun bazı kesimlerini rahatsız etmiş olabilir. Ancak bu kelime ve ifadelerin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında (AİHS’nin 10. Maddesine referansla) yazan şu açıklamaya dayanarak, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum:

“İfade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir.”

5.

Aslında bazı kelime ve ifadelere dayanarak yapılan incelemelerin üzerinde tek tek durmaya artık gerek de yok. Çünkü “Ayşe Çelik”in başvurusu üzerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin 10/05/2019 tarihli kararı yol gösterici oldu.

İlgili karardaki 44. Maddede yazılanlar net. Şöyle deniliyor: “Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez.”

İmzaladığım metinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici hiçbir ifade, bir kelime dahi yoktur. Tam tersine şiddet karşıtı bir metindir. Metnin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemi meşru göstermediği, övmediği ya da teşvik etmediği de oldukça açıktır.

Yukarıda açıkladığım nedenlerle beraatimi talep ediyorum.

(EK / HA)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/208921-eren-kirmizialtin-in-be...