Bu Suça Ortak Olmayacağız - Dr. Sinem Arslan

Yazar / Referans: 
Yeni Yaşam Gazetesi
Tarih: 
27.09.2019

Barış sürecinin bitmesinden sonra Güneydoğu’da ilan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca yaşanan insan hakları ihlallerine karşı çıkmak için 11 Ocak 2016 tarihinde “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladık[2]. Cumhurbaşkanının bölgeyi bilmediğimize dair iddialarının aksine, bir çoğumuz yıllarımızı bölgede çatışmanın çözümüne katkı sunmak amacıyla araştırmalar yaparak geçirmiştik. Bu araştırmalar dahilinde 2015 yazında da bölgede sıklıkla bulunmuş, Güneydoğu’nun iki tarafın çatışması arasında nasıl yakılıp yıkıldığına bire bir tanık olmuş, insanların evlerinden edilmiş, kayıplarını dahi gömememiş olduğunu, yaşanan acıları yerinde görüp duymuştuk. Böyle bir donemde hükümeti uyarmak bu ülkenin aydınları olarak sorumluluğumuzdu.

Herhangi bir tarafı tutmayan, savaşın insani yanını gözler önüne sermeyi amaçlayan ve bu çatışmanın barış sürecinden başka bir sonu olmadığını savunan, herhangi bir örgütü ya da şiddeti övmeyen bildiri basın açıklamasının hemen ardından hükümet tarafından “terör propagandası” olmakla suçlandı. Cumhurbaşkanının bildiriyi terörle ilişkilendirmesi ve yargıyı göreve çağırmasının hemen akabinde savcılar soruşturma açtı. Akademisyenlerin evleri basildi. Özgür düşüncenin merkezi olması gereken üniversiteler aslında kendilerinin de bildiği bir gerçeği dile getiren imzacıları tek tek kovmaya başladı. Hükümetin yayın organı medya kuruluşları hak hukuk gözetmeden imzacıların resimlerini türlü hakaretlerle dolaşıma soktu. Haliyle tanımadığımız insanlardan hakaretler ve tehditler aldık.

Bildiriden itibaren gecen üç buçuk sene boyunca imzacılar olarak her gün farklı mahkemelerin kapılarında dolaştık, hapis cezaları aldık. Türkiye’de ebette iş bulamadık ve Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına rağmen, güvenlik soruşturmaları nedeniyle hala bulamıyoruz. Bir çoğumuz en basit yasam ihtiyaçlarını dahi maddi olarak karşılayamayacak hale geldi. Yine bir çoğumuzun en temel seyahat hakki, pasaport iptalleriyle ihlal edildi. Ülkeden ayrılabilenler, bir de yurtdışında turlu zorluklarla mücadele etti. En zorumuza giden meslektaşlarımızın sessizliğiydi. Biz bu donemi böyle hatırlayacağız.

Aradan gecen üç buçuk senede tarihi Sur bir Toledo olamadı ama, 35 senedir askeri yöntemlerle çözülememiş Kurt meselesini hala silahla çözebilme inancı sadece surecin bittiği 2015 yılından beri bile binlerce insanın ölmesine, yüzbinlerce sivilin yerlerinden edilmesine, eğitime is gücüne harcanacak ülke kaynaklarının fütursuzca sonu olmayan bir savaşa heba edilmesine neden oldu[3]. Savaşın askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini anlatmaya çalışanların terörist ilan edilmesine, çağırsalar zaten ifadeye gelecek olanların, gece yarısı baskınlarıyla, evlerinin kapıları kırılarak göz altına alınmalarına, ülkenin en aydınlık, okumuş bireylerinin ülkelerini terk etmelerine neden oldu. Daha da önemlisi Türk ve Kürt halkları arasında ileride tarifi imkânsız yaralar açtı.

Bizler yıllarını okumaya vermiş, bir kısmımız uzmanlığını dünyadaki barış süreçleri üzerine yapmış, farklı çatışma bölgelerinde de danışman ve kolaylaştırıcı olarak çalışmış akademisyenler olarak bu savaşın silahla çözümü olmadığını o gün ifade ettik. Müzakere koşullarının hazırlanmasını, kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin ortak bir yol haritası oluşturmasını talep ettik. Surecin sağlıklı ilerleyebilmesi ve tekrar kopmaması için gözlemcilerin bulunmasını önerdik. Hükûmetlerin savaşı askeri yöntemlerle değil, barış sureciyle sonlandırmasını talep eden, dünyada da benzer örnekleri bulunan sivil barış girişimlerinden biri olan Barış için Akademisyenler ‘in bölge hakkında söyledikleri aslında Human Rights Watch veya Türkiye İnsan Hakları Derneği’nin çatışma döneminde yazdığı raporlardan farklı değildi. Bildiriyi içerik bakımından farklı ve son derece değerli kılan savaşın çözümüne dair bilimsel araştırmaların ışığında, işte bu talep ettikleriydi.

Yapılan araştırmalar devletler ve silahlı örgütler arasında olası bir savaşın 10 yıl içinde askeri olarak sona ermemesi halinde, zaten mecburi olarak barış sureci ile biteceğini çünkü askeri olarak bir kazananı olamayacağını gösteriyor. Yine araştırmalar ulus aşırı kamplarıkaynakları ve etnik bağlantıları olan gruplarla askeri olarak mücadele etmenin dünyadaki bütün devletler için oldukça zor olduğunu ve maalesef bu tarz örgütlerin yenilseler bile tekrar silaha sarılacaklarını ifade ediyor. Bu anlamda ulus aşırı dinamikler barış süreçlerini bir seçenek değil bir zorunluluk olarak dayatsa da hem aktörlerin ortak bir noktada buluşmasını engellemesi hem de aralarındaki güç dengesini etkileyerek surece olan bağlılıklarına zarar vermesi açısından barış süreçlerini de zora sokuyor[4]. Haliyle, daha önceki surecin yürümemesi, hükûmetin barış sureci fikrinin yanlış olmasından değil surecin farklı dinamiklerinin önceden düşünülerek hesaba katılmamasından, yani eksik planlanmasından kaynaklanıyor. Bu anlamda surecin en önemli aktörlerinden Beşir Atalay’ın geçmişte süreç hakkında verdiği demeçler son derece önemli çünkü hükûmetin aslında herkesin kolaylıkla ulaşabileceği kaynaklardan bile yararlanmadığını gösteriyor.

Her ne kadar barış süreçlerini yürütmek zor olsa da, süreçlerin farklı evrelerinde farklı problemler çıksa da, ve bu problemlerin en önemlilerinden biri olarak, dünyada birçok örgüt barış anlaşması imzaladığı halde silahsızlanmayı reddetse de yine araştırmalar garantörlerin ve gözlemcilerin varlığının şiddetin sona ermesi için son derece gerekli olduğunu vurguluyor. İste tam olarak bu yüzden Barış İçin Akademisyenler Bildirisi, barış surecinde ısrar ederek ve süreçte gözlemcilerin varlığını talep ederek Türkiye’ de şiddetin sona ermesi için son derece önemli noktaların altını çiziyordu. Son üç buçuk senede ülkede yaşananlar, hükümetin yanlış politikalarının sonucu olarak şiddetin katlanarak artması bizlere ve bizi o donem mesnetsiz ithamlarla suçlayanlara ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi.

[1] Dr., Arastirmaci, University of Essex, Michael Nicholson Centre for Conflict and Cooperation

[2] Baris Icin Akademisyenler Bildirisinin imzalandiği tarihten itibaren yasananlari daha detayli okumak isteyen okurlara Turkiye Insan Haklari Dernegi’nin hazirladigi Baris Icin Akademisyenler Vakasinin Kisa Tarihi isimli raporu tavsiye ederim.

[3] Kayip sayisina dair veri, UCDP Battle Related Deaths Dataset’ den alinmistir.

[4] Yine Suriye dinamiklerinin Turkiye’ de ki baris surecini nasil etkiledigini merak eden okurlara Civil Wars dergisinde bu ay cikacak olan “Transborder Ethnic Kin and the Dynamics of Peace Processes: Insights from the Kurdısh Conflict” isimli akademik makalemi tavsiye ederim.

Kaynak: http://yeniyasamgazetesi1.com/bu-suca-ortak-olmayacagiz-dr-sinem-arslan/