Barış Akademisyeni Tuna Altınel: Türkiye'nin Eski Fay Hatlarına Yenisi Ekleniyor

Yazar / Referans: 
Hacı Bişkin, Gazete Duvar
Tarih: 
19.11.2019

Barış Akademisyeni Tuna Altınel bugün Balıkesir'de hakim karşısında çıkıyor. Aylardır pasaportuna tahdit konulduğu için Altınel, Fransa'daki Claude Bernard Üniversitesi'ndeki derslerine de gidemiyor. Özellikle akademinin içerisinde bulunduğu durumun kötüye gittiğini söyleyen Altınel, "Türkiye’de eskiden de var olan hassas fay hatlarına yenileri ekleniyor, eskileri daha da derinleşiyor" diyor.

DUVAR – Barış Akademisyeni Tuna Altınel bugün Balıkesir 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci kez hakim karşısına çıkıyor. Altınel, geçtiğimiz mayıs ayında Fransa’da gerçekleşmiş bir konferans nedeniyle Balıkesir’de gözaltına alınarak tutuklandı. 80 gün cezaevinde kaldı. Tahliye edildikten sonra Altınel, neredeyse her hafta Cumartesi Anneleri’nin eylemine katılıyor, haksızlığa uğrayan gazetecilerin yanında yer alıyor ve cezaevlerinde hak ihlaline maruz kalan mahpusların sesi olmaya çalışıyor. Altınel’i kısacası haksızlığın olduğu her yerde görmek mümkün.

Altınel, özellikle cezaevleriyle ilgili bir ihlal haberi gördüğünde şu cümleyi sıkça kullanıyor: Barışa giden yol cezaevinden geçiyor…

Lyon-1 Üniversitesi Matematik bölümünden Doç. Dr. Tuna Altınel’le Barış Akademisyenleri’nin üniversitelerden ihraç edilmesinden sonra Türkiye’deki akademiyi nasıl değerlendirdiğini, gözaltı sürecini  ve yaşadıklarını konuştuk…

‘BENİM DE PAYIMA BU DÜŞTÜ’

Lyon-1 Üniversitesi öğretim görevlisi olarak Fransa’da gerçekleşmiş bir konferans gerekçe gösterilerek geçtiğimiz mayıs ayında Balıkesir’de gözaltına alınarak tutuklandınız. Konferansta neler konuşuldu, bu gerekçeyle suçlandığınızı öğrendiğinizde ne düşündünüz?

Konferans Cizre bodrumları üzerineydi. Konferans, üyesi olduğum Lyon-Rhône-Alpes Kürt Dostluk derneği tarafından düzenlenmişti. Çeşitli görseller gösterildi, dernek tarafından hazırlanan metinler okundu, gecenin konuğu olan Faysal Sarıyıldız (Şırnak HDP eski Milletvekili) bir konuşma yaptı ve soruları yanıtladı. Bunlar derneğin Facebook sayfasında da yayınlandı. Hla da orada duruyor. Amaç tanıklıklara dayalı bir tartışma ve bellek çalışması yapmak, farkındalık, duyarlık oluşturmaktı. Faysal Sarıyıldız da dönemin birinci elden tanığı olduğu için dernek tarafından davet edilmişti. Üç dilde yani Kürtçe, Fransızca ve Türkçe olmasına, simültane çeviri yapılmasına kaynaklar elverdiğince özen gösterildi.

Gözaltına alınırken aslında ilk anda çok şey düşünemedim çünkü neyle suçlandığım bana söylendiğinde gözaltına alınmış, terörle mücadele çalışanlarının karşısına oturtulmuştum. Ancak üstüm başım didik didik arandıktan sonra neyle suçlandığım hakkında bilgi verildi. Sonraları, üzerime bu kadar gelinmesinin doğal olduğunu düşündüm. Düzenlenen etkinlik devleti çok rahatsız eden, unutturulmaya çalışılan ağır insan hakları ihlallerini konu alıyor, herhangi bir siyasi propaganda yapmadan tanıklıklar üzerinden bellek çalışması yapıyordu. Türkiye’de gerçeklerle yüzleşmekten hazzedilmez, bu tür çabalar sık sık karalamalara, linç kampanyalarına maruz kalır. Benim payıma da bu düştü.

Pasaport sınırlamasını kaldırmak için Türkiye’ye geldiğiniz sıkça konuşuldu. Hala pasaportunuzla ilgili tahdit de devam ediyor. Öğrencileriniz de sizi takip ediyor. Bu konuda ne düşünüyorlar, size geri dönüşler oluyor mu?

Türkiye’ye gelişim pasaport sınırlamasını kaldırmak için değildi. Fransa’daki bahar tatilinden yararlanıp yakınlarımı görmek, o dönemde bütün hızıyla devam eden, kendimin de yargılandığım Barış İçin Akademisyenler davalarında yargılanan imzadaşlarıma destek vermek amacıyla gelmiştim. 12 Nisan 2019 akşamı Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan giriş yaparken pasaportuma zayi olduğu gerekçesiyle el konuldu. O gün bugündür Türkiye’deyim. Tahliye edildiğim duruşmanın kararında hakkımda herhangi bir adli kontrol ya da yurtdışı yasağı yok ama pasaportum geri verilmiyor. Bu son süreci bir basın bildirisiyle de ayrıntıladım. Perşembe akşamı Lyon’da üniversitemdeki meslektaşlarımın da desteğiyle araştırma alanım üzerine Skype bağlantısıyla bir konuşma yaptım. Öğrenciler de gelmişti. Bir kısmı benden ders almışlardı ve desteklerini ifade etmek için oradaydılar.

‘AKADEMİYE ÇÖLLEŞME DAYATILIYOR’

Birçok akademisyen ihraç edildi ve OHAL Komisyonu’nda hala yüzlerce dosya bekliyor. Türkiye’deki akademiyi nasıl görüyorsunuz? 

Akademinin hali Türkiye’nin genel halinden çok da iyi değil. Zaten sorunları olan bir sistemdi bence. En azından kendi alanımda böyleydi. Siyasi iktidar ‘çözüm üretme’ bahanesiyle hem akademiyi daha da sorunlu hale getirdi hem de kendi totaliter karakteri güçlendikçe onun içini boşalttı. Türkiye’de sık sık kullanılan bir deyim var: Çölleşme. Akademiye de çölleşme dayatılıyor. Ama buna karşı canla başla direnen birçok akademisyen de var Türkiye’de. Kimisi işlerini kaybetti, kimisi hâlâ bir şekilde devam ediyor. Onların mücadelesi daha olumlu bir akademik geleceğin en temel güvencesi.

Pasaportunuzu aldıktan sonra yine öğrencilerinize, işinize kavuşacaksınız… Kendilerine ilk olarak neyi anlatmak istersiniz?

80 gün cezaevinde kaldım. Çok kısa bir süre bu ama beni çok etkiledi. Benim için bir okul oldu. Sırf öğrencilerime değil çevremdeki herkese orada öğrendiklerimden bahsetmek çabasındayım. Orada tanıdıklarımdan. Cezaevinin insanı indirgeyen, bir şekilde önlem almadığınızda sizi için için çürüten yapısından.

‘MAHPUS DEVLET İÇİN HINÇ SİSTEMİ’

Cezaevindeyken mahpuslara Fransızca ve İngilizce dersleri verdiğinizi biliyoruz. Cezaevinde size ilginç gelen hikayeler oldu mu?

Cezaevine girdikten sonra bazı sorunların varlığından çok fazla haberdar olmadığımı anladım. Dil öğretmekten öte cezaevi duvarlarını aşmak istedik. Cezaevlerinin içinin bilinmediğini fark ettim. Savunma hakkının sıfırlanması net bir şekilde görülüyor. Örneğin Cizre’den Balıkesir’e sevk edilmiş birinin ilk duruşması Cizre’de görülüyor. Kendisi duruşmaya götürülmüyor. SEGBİS’le duruşma salonuna bağlanarak ilk kez avukatını da burada görüyor. Bunun birçok yan etkisi oluyor. Her mahpus devlet için hınç alma sistemi olarak görülüyor. En azından ben böyle düşünüyorum. Cezaevinde bu ihlallerin daha çok farkına vardım. Buradan çıkınca da ‘ne yapabilirim’ çabasına girdim. Evet iktidarın bir dayatması, ezmesi var. Ancak buna muhalif olanlar yani bizler de ne kadar örgütlüyüz, kaynaklarımız ne kadar yeterli, varolan kaynaklar ne kadar etkin kullanılıyor? Bundan biraz kuşku duyuyorum.

Herkes bir parça kendi çevresinden bakıyor. Mahpuslara avukat göndermeyi düşündüm fakat sadece kendi avukatımı gönderebildim. Mahpuslarla dayanışmayı güçlendirmeye çalışan İnsan Hakları Derneği gibi derneklerin biraz daha koordineli davranması gerektiğini düşünüyorum. Savunma konusunda ciddi eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Bir mahpus avukat konusunda Balıkesir İnsan Hakları Derneği’ne başvurdu fakat bir yanıt alamadı. Onların da belki bir kaynağı yok. Mahpuslar savunma yapamadıklarından dolayı ağır cezalar alabiliyor. Bir mahpusun ilginç bir hikayesini anlatmak istiyorum: Balıkesir’de bir nakliyatçı küçük bir hapis cezasına çarptırılıyor. Cezası iki yılın altındaydı. Kendisine, neden HAGB (Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına) istemedin diye sordum. Bu soruma şöyle bir yanıt aldım: O ne? Buna benzer birçok örnek var.

‘ORADAKİ İNSANLARLA KONUŞTUĞUMUZDA…’

Cezaevinde yine bir Cizreli mahpusu gözlemlemişsiniz… Tutuklanmanıza neden olan etkinliğin konusu da Cizre’ydi. Cizre’ye karşı bu duyarlılığınız neyden kaynaklanıyor?

Çünkü Cizre bodrumları ve orada yaşananlar insanlığa karşı bir suç oluşturdu. Bu sembolizmin en yüksek olduğu yerlerden biri. Olanlar tüm dünyanın gözü önünde yayınlandı. O dönem Fransa’daydım. Yaşananları Avrupa’dan yayın yapan birçok kanalda da izledim. Hiçbir zaman çok fazla gündeme gelmedi. Cizre’ye de gittim. Oradaki insanlarla konuştuğumuzda ne kadar büyük bir travma yarattığını görebiliyoruz. Oradaki en ilgisiz insan bile hemen sizi alıp ‘Bak burada oldu’ diyordu. İlk girişimde bodrum katları bir şantiye alanıydı. İkinci gidişimde orası pırıl pırıl TOKİ binalarıyla parlayan bir alan oldu.

‘SESİMİZİ KISMAK BİZLERİ KORUMAZ’

Tüm bu yaşadıklarınızdan sonra Türkiye’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Olumlu şeyler söylemek zor. Kriz halinde bir ekonomi, baskıcılığı artan totaliter bir rejim, son günlerde sık sık dile getirildiğine tanık olduğum gerçeklik duygusunun yitirilmesi, sürekli pompalanan ve kaçınılmaz olarak toplumu da etkisine alan savaşçı bir dil… Bunlara karşı ses çıkaranlar da çeşit çeşit tacizlere, baskılara uğruyorlar. Uğradığımız bu baskılar bizleri yıldırmamalı, sesimizi kısmamalı. Sesimizi kısmak, susmak bizleri korumaz. Sıra döner dolaşır bize de gelir.

‘TÜRKİYE’NİN ESKİ FAY HATLARINA YENİSİ EKLENİYOR’

Özellikle cezaevine girip çıktıktan sonra birçok kez ‘Barışın yolu cezaevlerinden geçer’ gibi cümleleri kullandığınızı sıkça görüyorum. Cezaevi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Önceki yanıtımda da belirttiğim gibi cezaevi süreci beni çok etkiledi. Türkiye’deki barış, adalet, demokrasi mücadelesine bir parça destek verme çabasında olan bir insan olarak Türkiye cezaevlerindeki sorunlara duyarlıydım. Ama içeri girince çok da dikkat etmediğim daha birçok sorunun olduğunu kavradım, bu sorunların onları yaşayanlar üzerindeki etkilerini yakından gözlemleme fırsatını buldum. Bu sorunları devletin mahpusun da insan olduğu gerçeğini hiçe sayan cezaevi sistemi üretiyor. Ama bizler, bu sorunlara duyarlı insanlar yeterli mücadeleyi veriyor muyuz, bunu da sorgulamadan edemiyorum. Sorgulamanın ötesinde bir şeyler de yapma çabasına girdim kendimce. Yukarıda Türkiye’de birçok alan için kullanılan çölleşme deyimini alıntıladım. Bir başka olumsuz kavram da kutuplaşma. Türkiye’de eskiden de var olan hassas fay hatlarına yenileri ekleniyor, eskileri daha da derinleşiyor. Bunun sonuçlarından biri de cezaevlerinin dolup taşması, koşulların giderek kötüleşmesi. Cezaevlerindeki ağır sorunlara karşı duyarlık yaratmak, bunların bazıları için çözümler üretilmesine katkıda bulunmak ihtiyacımız olan toplumsal barışa bizi yaklaştıracaktır. Bu yüzden sık sık ‘Barışa giden yol cezaevinden geçiyor’ cümlesini dile getiriyorum. Tabii bu cümleyi düz anlamıyla da yorumlayabilirsiniz. Barış mücadelesi vermek insanı cezaevine de gönderebiliyor. Tıpkı benim başıma geldiği gibi.

Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2019/11/18/baris-akademisyeni-tun...