Bilim Değil Sermaye Belirliyor

Yazar / Referans: 
Gülcan Dereli, Yeni Yaşam Gazetesi
Tarih: 
22.05.2020

Prof. Dr. Raşit Tükel, korona konusundaki adımları gazetemize değerlendirdi. Tükel’e göre can alıcı nokta, gevşeme sürecinin topluma açık bilimsel veriler ışığında değil, sermayenin istekleri doğrultusunda gerçekleştiriliyor olması

Gülcan Dereli

Dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüse yakalananların sayısı 22 Mayıs itibari ile 5 milyon 209 bin 686’ya çıkarken, yaşamını yitirenlerin sayısı ise 334 bin 866’yı aştı. Türkiye’de koronavirüs nedeniyle 21 Mayıs tarihi itibari ile vaka sayısı 153 bin 548 çıkarken, 4 bin 249 kişi de yaşamını yitirdi. Çin’in Wuhan kentinden 31 Aralık 2019’da ortaya çıktığı belirtilen virüs kısa sürede tüm dünya yayıldı. Bazı hükümetlerin duyarsız ve durumu ciddiye almama yaklaşımları virüsün daha fazla yayılmasına neden olurken, ekonomik kaygılardan dolayı alınan önlemler için de gevşetme politikaları izleniyor. Çocuklara parklar yasak olurken, AVM’lerin açılması ve liglerin başlatılma kararı ise kafalarda soru işareti oluşmasına neden oluyor. Hükümetin gevşeme politikası ve Sağlık Bakanlığı’nın kafaları karıştıran RO değerlerine ilişkin açıklamaları ile olası yeni bir dalgaya ilişkin Prof. Dr. Raşit Tükel ile konuştuk.

Gevşeme politikaları sonucu parklar, tiyatrolar açılmıyor ancak daha riskli olan AVM’ler açılıyor. Hatta ligler başlatılıyor. Kuşadası’na 72 bin araç giriş yaptı. 1 Haziran’dan sonra ne olur? Bu süreci sağlık verileri mi belirliyor yoksa turizm sektörü mü?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), geçiş sürecinde büyük ölçekli halk sağlığı önlemlerinin risk değerlendirmeleri yapılarak kademeli olarak azaltılmasını öneriyor. İlk hafifletilecek önlemlerin neler olacağına karar verilirken, daha düşük riskli olanlardan başlanması gerektiği açık. Bu değerlendirmenin ulusal düzeyde olmasının yanı sıra bölgelere göre de yapılması öneriliyor. Ülkemizde yeniden açılma dönemine tüm ülkede AVM’lerin açılmasıyla başlanması, risk değerlendirmesinin göz önüne alınmadığının bir göstergesi aslında. Üstelik bu uygulamaya 15 ilde şehirlerarası yolculuk yasakları sürerken bölgesel farklılıklar dikkate alınmadan tüm ülkede başlanıyor. AVM’ler bulaş riskinin yüksek olduğu mekanlar olarak kabul ediliyor. Bunun nedeni bu mekanların toplu bulunma yerleri olmaları kadar havalandırma sistemlerinin özellikleri. TMMOB Makine Mühendisleri Odası, pandemi sırasında AVM’ler, işyerleri ve toplu bulunulan yerlerinin klima sistemlerinde bir dizi tadilat yapılmadan, önlemler alınmadan açılmasının yüksek bir bulaş riski oluşturduğunu açıkladı. Risk değerlendirmesi yapılmadan kaldırılması planlanan tek önlem, AVM’lerin açılması değil bu arada. Örneğin, Türkiye Futbol Federasyonu liglerin 12 Haziran’dan başlayarak açılacağını ilan etti. Kültür ve Turizm Bakanı ise, mayıs sonunda iç turizmin başlayabileceğini belirtti. Burada can alıcı nokta, yeniden açılma sürecinin topluma açık bilimsel veriler ışığında değil, sermayenin istekleri doğrultusunda gerçekleştiriliyor olması. Bilim Kurulu üyelerinin zaman zaman bireysel olarak açıkladığı görüşleri, önlemlerin gevşetilmesi sürecinin Bilim Kurulu’nun görüşleri doğrultusunda yürütüldüğü konusunda ciddi kuşkular uyandırıyor.

Dünya Sağlık Örgütü sürekli uyarılarda bulunuyor. Yeni bir dalga gelme ihtimali üzerinde duruluyor. Peki Türkiye’de bu ne kadar ciddiye alınıyor? Hükümetin gevşeme politikalarına ilişkin açıklamaları toplumda bir ruh hali oluşturuyor. AVM’ler açılıyor, ligler başlıyor vs. bu toplumda nasıl bir ruh hali oluşturur. Yeni bir dalga gelirse ne olur?

DSÖ, aşı bulunup uygulanmaya başlanıncaya kadar olan sürede, büyük ölçekli kısıtlayıcı önlemlerde kademeli bir gevşeme olurken, fiziksel mesafenin korunması, el hijyeni, solunum hijyeni gibi kişisel koruyucu önlemlerin uzunca bir süre hayatımızda önemli bir rol oynamaya devam etmesi gerektiğini belirtiyor. Yöneticiler tarafından bilimsel verilere dayanmadan hastalığın kontrol altına alındığı yönünde açıklamalar, yine bu doğrultuda gerçekleştirilen uygulamalar ve erken kaldırılan önlemler halkta tehlikenin geçtiği algısı yaratabiliyor. Oysa geçiş aşaması epidemolojik verilere dayanırsa, kamuoyu uygulanan önlemleri desteklemeye hazırsa ve etkili bir şekilde sürece katılırsa, doğru bir şekilde yönetilebiliyor. Risk algılamalarında gerçekte olana göre orantısız bir azalmanın ise, insanların var olan tehdidi değerlendirmesini ve salgın sürecine katılımlarını olumsuz yönde etkilediği biliniyor. DSÖ, salgın sönümlense de riskin kalkmayacağı, önümüzdeki dönemlerde yeni bir dalga ile karşılaşılabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor. Bu uyarıları dikkate alıp salgınla mücadeleyi uzun erimli bir süreç olarak görmek gerekir. Bu yönüyle de ülkelere, geçiş sürecini salgına ilişkin önlemler, salgın dönemindeki hizmet sunumu, uygulanan tedavilerin etkinliği, ölüm nedenleri gibi etmenleri değerlendirme ve sorun alanlarını belirleme olanağı olarak görmeleri öneriliyor. Sonuçta geçiş döneminin, salgının yeni bir dalga olarak ortaya çıkmasına ve yeni salgınlara karşı bir hazırlık süreci olarak ele alınması gerektiğini söyleyebiliriz.

R0 bulaşma katsayısının birin altına düşmesi gerektiği belirtiliyor. Şu an 1.6 olduğu açıklandı. Sağlık Bakanlığı ise geçtiğimiz günlerde bunun İstanbul’un ilçesinde 16’ya çıktığını belirtiyor. Tarihte bu rakamın en yüksek 6,5’e kadar çıktığı belirtiliyor. Peki bu ne anlama geliyor?

Virüsün temel üreme sayısı (R0) olarak bilinen özelliği, virüs bulaşan her bir kişinin kendisinden başka ortalama kaç kişiye virüs bulaştırabildiğini gösteriyor. Bu sayının MERS salgını sırasında 0,7, SARS salgını sırasında 2-5 arasında olduğu bildirilmişti. Bulaşıcılığı yüksek olan kızamıkta temel üreme sayısının 16-18 olduğu biliniyor. DSÖ salgının başlangıç döneminde R0 sayısını 1,4-2,5 olarak bildirmiş iken, mart ayında bu sayı 2-2,5 olarak güncellendi. Salgın sürdüğü için bu sayı değişebiliyor.

Temel üreme sayısı virüsün daha önce hiç var olmadığı ve önlem alınmadığı bir ortama göre yapılan bir hesaplama. Etkili üreme sayısı ise, alınan önlemlere ve nüfusun o sıradaki bağışıklık durumuna göre virüsün bulaşıcılığını veriyor. Bu sayılar, halk sağlığı uzmanları tarafından kuluçka ve bulaşıcılık süreleri, bulaşma yolu ve yöntemi gibi hastalığa ilişkin kimi etkenler de dikkate alınarak epidemiyolojik verilerin analizi yoluyla hesaplanıyor ve salgınla mücadelede önlemlerin sıkılaştırılması ya da gevşetilmesi aşamalarında kullanılan önemli göstergelerden biri olarak kabul ediliyor.

Etkili üreme sayısı, alınan önlemlerin ne kadar etkili olduğu göstermesi açısından da önemli bir veri. Bu sayının 1’in altında olması, virüsü taşıyan bir kişinin birden az kişiye bulaştırabileceği böylece hastalığın zamanla yok olabileceği anlamına geliyor. Bu sayının 1’in üzerinde olması ise bulaşıcılığın, dolayısıyla salgının süreceğinin işareti olarak görülüyor. Bu nedenle büyük ölçekli halk sağlığı önlemlerinin hafifletilmesi için etkili üreme sayısının 1’in altında olması gerekli görülüyor. Ülkemizde epidemiyolojik veriler vaka, ölüm ve test sayıları dışında açıklanmadığı, bilim çevreleri ile paylaşılmadığı için, etkili üreme sayısını öğrenemiyoruz. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 13 Mayıs 2020 tarihinde yaptığı açıklamada Türkiye genelinde R0 değerinin 1,56 olduğunu belirtti. Eğer bu veri doğru kabul edilirse, halk sağlığı uzmanlarına göre önlemlerin gevşetilmesi bir yana aksine sıkılaştırılması gerekiyordu. Bir hafta sonra ise R0 değerinin 0,72 olduğu açıklandı. Bir hafta içinde bu denli keskin bir azalmanın zor olduğu düşünülürse, aslında yeni açıklamayla ilk verilen değerin düzeltmesinin yapıldığı söylenebilir. Süreç şeffaf yürütülmediği, epidemiyolojik veriler açıklanmadığı sürece yeniden açılmanın bilimsel verilerden çok, el yordamıyla yürütülmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu da doğal olarak salgının yeniden alevlenmesi açısından ciddi riskler içeriyor.

Son olarak sağlık emekçilerinin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önlemlerin gevşetilmesi aşamasında olduğu gibi, toplumsal hareketliliği kısıtlamaya yönelik önlemler sırasında da göz önüne alınan, sağlık alanına ilişkin veriler değil uygulanan ekonomik politikalar olmuştu. Zorunlu çalışma ve üretim alanları dışındaki faaliyetlerin durdurulmadığını, buralarda çalışanların ücretli izne çıkarılmadıklarını, zorunlu çalışma alanlarında çalışma koşulları ve süreleriyle ilgili iyileştirici düzenlemelerin yapılmadığını bu süreçte hep birlikte gördük. DİSK tarafından hazırlanan, Covid-19 salgınının işçiler üzerindeki etkisinin değerlendirildiği bir raporda, DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 tanı testi pozitif olan vaka oranının, Türkiye genelindeki vaka oranının 3,2 katı olduğu bildirildi.

Sonuçta, salgın hastalıklar tüm insanları aynı şekilde etkilemiyor. Sağlığa erişimi zayıf olan kesimlerde altta yatan sağlık sorunlarının daha yüksek oranda olduğu, halihazırda var olan sağlıktaki eşitsizliklerin salgın ile birlikte daha da kötüleştiğine ilişkin çalışmalar mevcut. Örneğin, ABD’de “evde kalma” önerisine uyma olanağı olmayan ve temel işlerde çalışmak zorunda olan Afrikalı Amerikalılar ve diğer renk topluluklarında, Covid-19’a bağlı ölümlerin toplam nüfusla karşılaştırıldığında orantısız olarak yüksek olduğu görülüyor. Birleşik Krallık’ta siyah, Asyalı, azınlık etnik gruplardan oluşan topluluklarda Covid-19 vaka sayılarının ve bu hastalıktan ölüm riskinin daha yüksek olduğu bildiriliyor. Ülkemizin farkı, halk sağlığı uzmanlarına epidemiyolojik veriler üzerinden çalışma yapma olanağı sağlanmaması nedeniyle, işçilerin, dar gelirli yurttaşların, evde kalma ayrıcalığından yararlanamayan geniş kesimlerin salgından nasıl etkilendiğine ilişkin bilgi sahibi olamayışımız. Gözlerimizi kapattığımızda sorunlar kaybolmuyor oysa ki.

Kaynak: http://yeniyasamgazetesi1.com/bilim-degil-sermaye-belirliyor/