AYM Suç Yok Dedi Ama Cezalandırma Sürüyor

Yazar / Referans: 
Gülcan Dereli, Yeni Yaşam Gazetesi
Tarih: 
28.09.2020

Barış Akademisyenleri’nin durumunu hukukçu Barış Akademisyeni Hülya Dinçer ile konuştuk: ‘Beraat etmiş olmalarına rağmen, 406 akademisyen görevlerine dönebilmiş değil. OHAL Komisyonu başvuruları bilinçli bekletiyor

Barış Akademisyenleri’ne karşı Aralık 2017’da başlayan dava maratonu, Temmuz 2019’da Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) barış bildirisi imzacılarına verilen hapis cezalarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermesinin ardından gelen beraat kararlarına rağmen muğlaklık sürüyor. Akademisyenlerin üç yıla yayılan adliye mesaisi tamamlanmak üzere. Bugüne kadar 822 akademisyen mahkeme kürsüsüne çıktı; mahkeme salonlarında geçen gün sayısı 313. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararından önce 204 akademisyen, 15 aydan 36 aya kadar değişen ağırlıkta hapis cezalarına çartırıldı. Birebir aynı eyleme ve suç isnadına dayanarak açılan yüzlerce davada, birbirinden farklılaşan cezalar verildi. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra, ihlal kararının gereği olarak bu davaların büyük bir kısmında yeniden yargılama yapıldı ve mahkûmiyet kararı kaldırıldı. Bugün 622 akademisyen beraat etmiş durumda; 91’inin davası ise devam ediyor. Bazı mahkeme heyetleri ise, AYM kararı temelinde dosya üzerinden beraat kararı verebilecekken ısrarla dava sürecini uzatma ve beraat kararını geciktirme eğilimi. Hukukçu Barış Akademisyeni Hülya Dinçer ile yaşanan süreci ve son durumu konuştuk.

Beraat kararlarının ardından ihraç edilen akademisyenler akademiye dönebildi mi? Neden dönemiyorlar? Beraat kararlarının bir hükmü yok mu?

Anayasa Mahkemesi’nin kararı, akademisyenlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle hiçbir yaptırıma tabi tutulamayacaklarını teyit etti. Sadece ceza mahkûmiyeti değil, akademisyenlerin maruz kaldığı her tür yaptırımın hukuksuzluğu da böylece tescil edilmiş oldu. Bununla birlikte, beraat etmiş olmalarına rağmen, barış bildirisini imzaladığı için ihraç edilen 406 akademisyen hâlâ görevlerine dönebilmiş değil. Akademisyenlerin OHAL Komisyonu’na yaptığı başvurular, aradan üç yıl geçmesine rağmen bilinçli olarak bekletiliyor; sürüncemede bırakılıyor. Komisyon AYM kararını ve verilen beraat kararlarını yok saymaya devam ediyor. Bu süreç uzadıkça, hukuka aykırı ve keyfi ihraç işlemlerinin yol açtığı maddi/manevi zarar ve hak kayıpları daha da derinleşiyor. OHAL Komisyonu en son Temmuz ayında güncellediği verilere göre, 126 bin 300 başvurudan 108 bin 200’ünü karara bağladı. Barış Akademisyenleri’nin başvuruları da geriye kalan 18 bin 100 başvuru arasında. Komisyon Başkanı’nın basına yansıyan açıklamasına göre, incelenmeyi bekleyen başvurular ‘hakkında net bir kanaate varılamadığı için beklemeye alınan’lardan oluşuyor. Komisyon’un bir elemeye gittiğini, ihraç edilen belirli gruplar bakımından incelemeyi özel olarak geciktirdiğini görüyoruz. Sendikal faaliyetleri nedeniyle kamudan ihraç edilen pek çok meslektaşımız da bu grupta. Anayasa Mahkemesi, Barış Akademisyenleri’nin eyleminin suç oluşturmadığını hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde tescil edilmişken, kararın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen ısrarla sürdürülen bu bekletme stratejisi, ancak keyfi ve siyasi olarak nitelenebilir. Dolayısıyla AYM’nin ihlal kararı ve bunun ardından gelen beraat kararının derhal sonuç doğurması gerekirken, şu anda hukuk düzeninde ne yazık ki bir hükmünün olmadığını görüyoruz.

Akademisyenler sadece akademinden değil özlük haklarından da yararlanamıyorlar. Bu ne anlama geliyor?

Meslekten ihraç, tüm kamu görevlileri için olduğu gibi akademisyenler için de, işini kaybetmenin ötesinde, çok katmanlı ve yıllara yayılan pek çok ağır hak mahrumiyetini de beraberinde getiriyor. Bunlardan en görünür olanı, seyahat özgürlüğünü sınırlayan ve yurtdışında istihdam olanaklarına erişimi ortadan kaldıran pasaport tahdidi. Ekim 2019’da Pasaport Kanunu’nda yapılan değişiklikle, ihraç edilenlerden, hakkında devam eden adli bir soruşturma veya kovuşturma olmayanlar için pasaportlarını geri alabilme imkânı doğdu. Fakat görünüşte bir telafi mekanizması olan bu imkân, usulün yavaş işlemesi, tahdidin kaldırılmasının ‘genel güvenlik açısından mahzur bulunmaması’ koşuluna bağlanması ve uygulamadaki keyfiyet nedeniyle hak ihlalini hızla ve tümüyle ortadan kaldırmadı. Sınırlamanın kaldırılması, bir ‘tehlikelilik’ araştırmasına, fiili bir güvenlik soruşturmasına tabi kılındı. Beraat/takipsizlik kararı verilmiş olmasına rağmen, emniyet incelemesi sonunda çok sayıda akademisyenin başvurusu gerekçesiz ve keyfi biçimde reddedildi. Ret kararlarının gerekçesini öğrenmek, yine emniyetin keyfi tutumu nedeniyle pek çok durumda mümkün olmadı. Seyahat özgürlüğü üzerindeki bu keyfi kısıtlamanın kaldırılması, ancak itiraz üzerine veya bazı örneklerde dava açılması sonucunda, aylar süren bir bekleyiş ve yeni bir adalet mücadelesi ile mümkün olabildi. Kısıtlamanın hâlen kaldırılmadığı örnekler de var. Yurtdışındaki muhreç akademisyenler için süreç daha da eziyetli oldu. Beraat veya takipsizlik kararına rağmen aylarca konsolosluk kapısından geri çevrilen, başvuruları işleme alınmayan akademisyenler, hem yurtdışında hem de burada yürüttükleri zorlu hukuk mücadelesi sonucunda, yine bezdirici bir bekleyişin sonunda pasaportlarını geri alabildiler. Pasaportları üzerinde tahdit olduğu süre boyunca yurtdışında kimliksiz yaşamak zorunda kaldılar; yurttaşlık haklarından yararlandırılmadılar. Şu anda da, hiçbir hukuki dayanağı olmamasına rağmen, aileleri ve çocukları için başvuru yaparken hâlâ zorluk yaşayan, keyfi biçimde bekletilen, ikinci sınıf yurttaş muamelesi gören akademisyenler var. Kısacası, ihracın yol açtığı haksız uygulamayı telafi etmeye yönelik mekanizma bizatihi bir ayrımcılık ve eza kaynağına dönüşebiliyor.

Çalışma hakkı ve seyahat özgürlüğünün yanı sıra, akademisyenlerin sağlığa erişim hakkı, sosyal güvenlik ve eğitim hakkı gibi çok sayıda temel hakkı da gasp edildi. İhraç edilen pek çok genç akademisyen, kurum içi çeşitli yıldırma ve bezdirme yöntemleriyle lisansüstü eğitimini yarıda bırakmaya zorlandı. İhraç edilenlerin büyük kısmı, sosyal güvenlik sisteminin dışına çıkarıldıkları için sağlık hizmetlerine erişim hakkından da mahrum kaldı; hâlâ da mahrumlar. Aileleri, çocukları, bakmakla yükümlü oldukları kişiler de bu mahrumiyetten payını aldı. Meslekten ihraç üç yıldır sadece bireysel değil, çok yönlü kolektif mahrumiyetler doğurmaya devam ediyor. Bu açıdan kamudan tasfiye kolektif bir cezalandırma aracına dönüştü. Ayrıca ihraç edildiğinde emekliliğe hak kazanmış olan akademisyenlerin büyük çoğunluğu maddi haklarını almakta zorluk yaşadı, yaşamaya devam ediyor. İhracın yol açtığı toplumsal damgalanma ve SGK kaydında KHK’yle ihraca dair şerh düşülmüş olması, kamu dışında bir iş bulma imkânını da fiilen ortadan kaldırdı; ihraç edilen tüm kamu görevlileri için geçerli olduğu gibi, akademisyenler için de sigortasız, düşük ücretli, kayıt dışı ve güvencesiz çalışmanın önünü açtı. Belirli meslek grupları için çalışma lisansı ve ruhsat iptali yoluyla, kamu hizmeti dışında çalışma da engellenmiş oldu. Bu yüklü liste pek çok kişiye ilk bakışta inandırıcı gelmeyebilir; fakat TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) Akademi’nin akademisyen ihraçlarının etkileri üzerine yaptığı, istatistikî veriye dayanan titiz alan araştırması önümüze daha da vahim bir tablo seriyor.

Ekonomik ve sosyal haklara yönelik bu çok boyutlu tahribatın yanı sıra, ihracın akademisyenlerin -ve elbette tüm ihraç edilenlerin ve onların yakınlarının – ruhsal ve fiziksel sağlığı üzerinde yarattığı etki de son derece yıkıcı TİHV Akademi’nin raporu, akademisyenler arasında tıbbi tanı konan hastalıkların sıklığının, benzer yaş grubunda görülen tanı sıklığının çok üzerinde olduğunu; kitlesel travma deneyimi olanlarla, işkence ve kötü muamele mağdurlarında görülen düzeyde olduğunu gösteriyor. Bu tespit, ihraç edilen tüm kamu emekçileri için geçerli olsa gerek.

Bu şekilde kaç akademisyen özlük haklarından mahrum edildi?

Barış için Akademisyenler’in derlediği verilere göre, meslekten ve kamu görevinden ihraç edilen imzacı akademisyen sayısı 406; Türkiye’de toplam ihraç edilen akademisyen sayısı ise 6 bin civarında. Bu sayıya, hem kamuda hem de özel üniversitelerde sözleşmesi feshedilerek, yenilenmeyerek ya da istifaya/emekli olmaya zorlanarak işine son verilenleri de eklememiz gerekir. Bilebildiğimiz kadarıyla 188 akademisyen bu şekilde işini kaybetti. Bir kurumda kadrolu olmamakla birlikte eğitimine devam eden yüzlerce yüksek lisans ve doktora öğrencisinin, başta eğitim hakkına yönelik olmak üzere, maruz kaldıkları hak ihlallerini ve geleceğe yönelik istihdam imkânı kaybını da unutmamak gerek.

Adaletin sağlanması ve hukukun işleyebilmesi için ne yapılmalı? Kime görev düşüyor?

Hukukun tahakküm ve dışlama siyasetinin motoruna dönüştüğü yerde adaletin sağlanabilmesi, hukuki ve diğer araçların bir arada kullanıldığı uzun soluklu bir mücadeleyi gerektiriyor. Barış Akademisyenleri özelinde cevap vermek gerekirse, bunun için her şeyden önce Anayasa Mahkemesi kararının gereğinin eksiksiz olarak yerine getirilmesi, devam eden ceza davalarının derhal beraat kararıyla kapatılması gerekir. Ayrıca yine AYM kararının gereği olarak, ihraç edilen tüm akademisyenlerin hak ihlallerinin etkisi daha fazla ağırlaşmadan görevlerine iade edilmeleri ve tüm mali/özlük haklarının ayrım gözetmeksizin geriye dönük olarak iadesi gerekir. Bu noktada, OHAL’de çıkarılan, daha sonra Meclis’ten geçerek yasalaşan 694 sayılı KHK eliyle, ihraç edilen akademisyenlerin, iade edilseler dahi, kendi üniversitelerinde göreve başlamalarının imkânsız kılındığını hatırlatalım. Sürgün niteliği taşıyan koşullarda verilecek bir iade kararı, hak ihlalini tümüyle ortadan kaldırmayacak, adaletsizliği derinleştirecektir. İstifaya veya emekli olmaya zorlanan akademisyenlerin göreve dönebilmelerinin de önü açılmalı. Yakın zaman önce bu yönde verilen bir idare mahkemesi kararı emsal oluşturabilir. Eğitimini bırakmaya zorlanan, mobbing ve damgalamayla akademinin dışına itilen, akademik geleceği elinden alınan meslektaşlarımızın hakları iade edilmeli. Mehmet Fatih Traş arkadaşımız tam da bu şekilde yaşamdan koparıldı.

Hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için hem adli hem de idari makamların üzerlerine düşeni bir an önce yerine getirmesi gerek. Son olarak, ihracın yol açtığı haksızlıklar her geçen gün katmerlenirken ve görünüşte bunu telafi etmek için kurulan mekanizmalar etkili bir onarım sunmazken, başvurularımızı üç yıldır incelemeyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de artık sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Hukuki yolları zorlamak, akademideki tasfiyenin yol açtığı yıkıma ve çok boyutlu hak gaspına ilişkin bilgi üretmek, kamuoyunu harekete geçirmek hepimizin görevi.

Kolektif mücadele

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Barış için Akademisyenler’in ve kamudan hukuksuz biçimde ihraç edilen tüm emekçilerin adalet mücadelesi, ihraç kararları geri alınana ve maruz kaldığımız zulüm tümüyle sona erene kadar devam edecek. İhraç edilenler dışında, yüzlerce akademisyen de hâlen üniversitelerde var olabilmek ve üretebilmek için mücadele ediyor. Umarım bu kolektif mücadele ülke tarihinde umudu çoğaltan bir emsal olarak hafızalara işlenir. Bu mücadelede büyük bir özveriyle emek veren, bir yandan dayanışmayı örerken diğer yandan titizlikle bu sürecin kaydını tutan, hafızasını inşa eden tüm arkadaşlarıma, yoldaşlarıma; özellikle de davaları gün be gün takip eden gönüllü ekibe, hukuk mücadelesine emek verenlere, beraat kararı sonrasında süren ihlalleri gündemde tutmak ve görünür kılmak için uğraşan arkadaşlara, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’na çok teşekkür ederim.

Barış Akademisyenlerine karşı açılan davalara ilişkin sayılar, gönüllü emek veren dava takip koordinasyonun derlediği verilere dayandırılmıştır.

Bkz.: https://barisicinakademisyenler.net/node/431

Kaynak: http://www.yeniyasamgazetesi2.com/aym-suc-yok-dedi-ama-cezalandirma-suru...