Haysiyet

Yazar / Referans: 
Şebnem Korur Fincancı, Evrensel
Tarih: 
07.12.2020

Salgınla mücadeleyi güvenlik odaklı daracık bir patikaya sıkıştırdık başından beri. Türk Tabipleri Birliğinin diğer sağlık emek meslek örgütleriyle 17 Kasım’da yaptığı açıklamadan sonra dillerini biraz değiştirip kısıtlama deseler de adlı adınca yasak olarak okunması gereken o sokağa çıkma kısıtlamasında önüme çıkan haberler hepimizin yüreğini paramparça ediyor. Vazgeçemedikleri üretimleriyle, tedarik zincirleriyle hafta içini fabrikalara, atölyelere kapatan siyaset, akşam ve hafta sonlarında harekete geçen bir virüsle baş etmenin yolunu cezalarda bulmuş görünüyor. Salgının İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle yönetildiği, işsizliğin alıp başını gittiği, hiçbir anlamlı sosyal destek programının hayatlarımıza değmediği aylar boyunca yüzleşmek zorunda kaldığımız insana dair acılar her gün ağırlaşıyor.

Derin bir yoksullukla karşı karşıya kaldık tüm bu salgınla yaşadığımız günlerde, gittikçe daha derinleşen. Bir babanın çocuğuyla arabada yaşamak zorunda kalması, o arabayı parka çektirdiklerinde elinden tuttuğu çocuğuyla yürüyüp giden babanın ardından bakan polislerde nasıl bir etki yaratıyor, merak ediyorum doğrusu.

Sevgili Gaye Boralıoğlu ve Ümit Kıvanç’ın “Haysiyet” üzerine söyleşi kitabında andıkları bir belgesel dizisi vardı. Yönetmenliğini Yann Arthus-Bertrand’ın üstlendiği “Human/İnsan” başlıklı dizide yoksul bir Haitilinin konuşmasını aktarıyorlar: “Ben Yoksulum. Şimdi size yoksulluğu tarif edeceğim, bana göre yoksulluk şu: Okula gitmem gerektiğinde gidememem. Yemek yemem gerektiğinde yiyememem. Uyumam gerektiğinde uyuyamamam.”

İnsanların bu denli yoksunlukla yaşadığı ve imkanların bunca farklı olduğu koşullarda haysiyetin evrensel bir değer olamayacağını, bu farkı sürdürmenin kendisinin haysiyetsizlik olduğunu hatırlatıyor Ümit Kıvanç söyleşide. Egemenlerin becerisinin bizleri bu durumun normalliğine inandırmak olduğunu ve bir sabah herkes bundan çok rahatsız olsa o günden itibaren bu dünyanın böyle devam edemeyeceğini.

Salgın egemenlerin tüm o normalleştirme çabalarını da yerle bir etti. Gittikçe daha fazla insan bu eşitsizliklerden, derinleşen yoksulluktan rahatsız. Kendi hayatlarına değen yerinden de olsa, akşam iş çıkışı oturdukları kahvenin camlarını kaplayan kağıtların, bomboş kalmış mahalle berberinin dükkanı içinde terk edilmiş saç tutamlarının önünden bir suçluluk duygusuyla, yüreği acıyarak geçiyor. Dayanışma ağları yaygınlaşıyor, güçleniyor. Kurulan, yaygınlaşan bu ağlar nasıl da kıymetli ama yeterli değil. Sorumluluk var olan devlet mekanizmasının. Eşitsizlikleri ortadan kaldıracak politikaları talep etme ödevi de bizlerde, yurttaşlarda.

Haysiyetimizin ellerimizden, hayatlarımızdan dönmemecesine çıkıp gittiğini hissetmiş midir o trafik polisleri ardından baktıkları babayla çocuğu uzaklaşırken? Nereye gittiklerini merak etmişler midir?

Devlet yükümlülüklerinin uygulayıcılarına “güvenlik” değil “İnsanca yaşam hakkını gözetme” uygulayıcısı olmaları gerektiğini söylesek… Haysiyetsizliğe savruluşumuza aman vermesek, hep birlikte rahatsızlığımızı tekrar tekrar, yüksek sesle dile getirsek…

Kaynak: https://www.evrensel.net/yazi/87694/haysiyet