‘Çözüm süreci’nin travmatik bellekle imtihanı

Yazar / Referans: 
Uzm. Psk. Mesut UMAR
Tarih: 
21.04.2013

Bu yazı 17.04.2013 tarihinde Özgür Gündem'de yayınlanmıştır.

Kürt sorunun çözümünü hedefleyen ve “Demokrasi ve çözüm süreci” olarak adlandırılan bu süreçte birçok akademisyen, yazar, siyasetçi ve çeşitli kurumlar tarafların hassasiyetlerinden söz etmiştir. Eğer hedef, söylendiği gibi halkların bir arada barış içinde yaşamasını sağlamak ise belirttiği gibi iki tarafın da hassasiyetlerinin değerlendirilmesi ve bunların göz önünde bulundurulması gerekir. Bu hassasiyetlerden biri Kürtlerin travmalarla dolu olan bellekleridir. Bu bellek ötekileştirilmeyi, başkalaştırılmayı, kendi benliğine yabancılaştırılmayı, dünyanın adaletsizliğini, otoriteye güvensizliği ve daha birçok şeyi depolamıştır. Bu depolama, süren otuz yıllık çatışmaların ve diğer birçok uygulamanın sonucunda gerçekleşmiştir. Bu bellek, Kürtlerin psikolojik hassasiyetlerini kapsamaktadır.

Travmatik anılar

Uzun süren travmatik yaşantılar, Kürtlerin güven konusunda karamsar bir tablo içinde bulunmalarına yol açmıştır. Bu karamsarlık, devleti temsil eden kurumların adaletli bir düzen sağlamayacaklarına yönelik bir güvensizliktir. Adalet bir yana baskı ve ötekileştirmenin devam edeceğine yönelik güçlü bir inanç vardır. Birçok uzman, Kürt vatandaşların önemli bir kısmının duygusal olarak devletten kopuş yaşadığını dile getirmiştir. Karamsarlık, otoriteye güvensizlik, duygusal kopukluk ve ruhsal sorunlar şiddet ve vahşet içeren travmatik anıların hafızalarda canlılığını korumaya devam ettiğinin göstergesidir.

Değer görmek

Etyen Mahçupyan Zaman gazetesindeki köşesinde “terörist üreten mücadele” başlıklı makalesinde devletin ve medyanın dilinin siyasi direnç hareketinin her eylemini “terör” olarak tanımladığını, failleri de “terörist” olarak tanımladığını ve gayri insanileştirdiğini belirtmiştir. (bkz. http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/terorist-ureten-mucadele_2073779...) Bu gerçeğin artık dile getiriliyor olması, yıllarca çeşitli hükümetler tarafından yürütülen yanlış politikaların ve yol açtıkları yaraların tüm kamuoyu tarafından bilinmesi açısından önemlidir. Ancak vatandaşlarına yönelik devleti temsil ettiğini söyleyen güçler tarafından yapılan uygulamalar her zaman hafızalarda yer alacak türdendir. Belleklerde canlılığını her an koruyan ve yaşamı katlanılmaz kılan travmatik yaşantılar göz önünde bulundurulmadan toplumsal barışın sağlanması mümkün değildir. Çünkü bu travmalar “gayri insanileştirilmiş” diye tabir edilen bu halkın büyük bir kesiminin yaşamını elinden almış, onları karanlıklara sürüklemiştir. Kendisi gibi yaşamak, onurunu ve gururunu koruduğundan emin olmak için bu karanlık yaşantıdan çıkması, çıktığından emin olması gerekiyor.

İkna

Ruhsal travma literatüründen biliyoruz ki bir insanı ya da toplumu güçsüzleştirmenin, yalnızlaştırmanın veya kırmanın yolu psikolojik travmanın sistematik ve yineleyici biçimde oluşturulmasına dayanır. Bu uygulamaların bizim toplumdaki ifadesi, insan kaçırma, faili meçhul cinayetler ve kayıplar, on binlerce insanın cezaevine konulması ve işkencelerden geçirilmesi, açık alanlarda şiddette maruz kalması, sistematik ev baskınları gibi yaşanmış daha yüzlerce travmatik olaydır veya bunlara edilen şahitliktir. Doğrudan bu olayları yaşayanların sayısı milyonları geçmektedir. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu olaylardan neredeyse etkilenmeyen bir kişi kalmamıştır. Bu gerçeğin,-yol açtığı sonuçlar ve yarattığı yaralı toplum gerçeğiyle birlikte değerlendirilerek- neyi ifade ettiği göz önünde bulundurulmadan ve yaralar sarılmadan olayların mağdurlarının ikna edilmesi zordur.

Korku ve kaygıların azalması

Özellikle insan eliyle yaratılan şiddetli travmalara maruz kalmış kişilerde, travmatik anılarla sürekli bir meşguliyet söz konusudur. Olayı bir şekilde çağrıştıran kişi, durum, yer, zaman gibi etkenler yaşanan travmayı ve travma anındaki korku ve kaygıları yeniden canlandırır. Bu nedenle mağdur çağrışım anında yeniden korku ve dehşet yaşamamak için kaçınma davranışları gösterir. Özellikle olayı yaşatan saldırganı çağrıştıran her şeyden gücü oranında kaçmaya çalışır. 1992’de aylarca gözaltında kalmış ve sistematik işkencelere maruz kalmış bir danışanım halen polis gördüğünde korkularının arttığını, işkence anına geri döndüğünü ve bir şekilde yolunu değiştirmeye çalıştığını belirtmişti. Yine 20 yıl önce eşi kaçırılıp kaybedilmiş bir kadın da kendisi için polis ya da askerin anlamının eşinin ya da başka insanların kaybedilmesi olduğunu ifade etmişti. Bölge’de genç yaştaki birçok kişinin ani irkilmeleri olduğu hep dikkatimi çekmişti. Bunlardan birkaç kişiyle yaptığım görüşmelerde, bu kişilerin ortak yönlerinin çocukken evlerinin gece yarısı polisler tarafından basıldığını öğrenmiştim. Bu tip olaylara maruz kalan kişilerin zihinlerinde, failler ve olayda yer alan objelerin belirli anlamları vardır. Polis, asker, cezaevi, adliye, gözlerin kapalılığı gibi daha birçok şey zihinlerde olumsuz bir imgeye sahiptir. Bu olumsuz imgeler değişmeden, değiştirilmeden mağdurların hiçbir şey yaşanmamış gibi faillerle ilişki kurmasını ya da onlara olumlu duygular beslemesini beklemek hayal olur. Toplumdaki çeşitli sembollere ilişkin oluşmuş olumsuz yargılar uzun bir zaman diliminde oluştuğu gibi bu yargıların değişmesini beklemek de bazı olumlu uygulamalar ve zaman gerektirir. Bu kapsamada Kürt toplumunda sürece yönelik kaygıların ancak atılacak olumlu adımlarla azalabileceğini söyleyebiliriz.

Umut ve adalet duygusu

Yıllar önce eşinin kaçırıldığı ana şahitlik etmiş ve o andan sonraki tüm yaşamında eşini ve diğer kayıpları bulmak için mücadele etmiş genç bir kadın, içinde bulunduğumuz süreçten hiç umutlu olmadığını net bir şekilde ifade etmiştir. Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (YAKAY-DER) İstanbul şubesini ziyaretimde bir odanın duvarını boydan boya kaplayan “BİZDEN KOPARILANLARLA ÖRDÜĞÜNÜZ UTANÇ DUVARI İLE YÜZLEŞİN” başlıklı bir pankartın asıldığını gördüm. Bu pankarta, bir duvarın üzerinde çatışma sürecinde kaybedilen kişilerin isimleri yer almaktaydı. Duvarın her bir tuğlasında yaklaşık on kayıp kişinin ismi yer almaktaydı. Bir duvar, yüzlerce tuğla ve binlerce kayıp kişinin isimleri... Bu pankart, yaşanan travmaların en acı fotoğraflarından biridir. Bu isimler her görüldüğünde geçmiş anılar yeniden canlanır, kayıp kişilere yeniden bir özlem duyulur ve ‘acaba kaçırıldıktan sonra neler yaşadı, cenazesi şuan nerede?’ gibi sorular sorulur. Sözünü ettiğim bu genç kadının ve pankartta ismi yazılı binlerce kişinin yakınlarının süreçten umutlu olması için kayıpların cenazelerinin bulunması gerekir. Kayıp cenazelerinin bulunması, yapılmayan matem törenlerinin gerçekleştirilmesi ve kayıpların sorumlularının cezalandırılması milyonlarca insanda adalet duygusunun olduğu inancını sağlayacaktır.

Güven sorunu

Kayıp yakınlarıyla iki yıl önce yaptığım araştırma sonucuna göre, kayıp yakınlarının tamamına yakını, kayıplardan güvenlik güçlerini sorumlu tutuyorlardı. Bu araştırmayla katılımcıların büyük çoğunluğunun çevreye ve dünyaya güvensiz oldukları anlaşılmıştı. Daha nice benzer travmatik olayları yaşayan bu toplumun diğer bireylerinin otoriteyi temsil eden kişi ya da kurumlara güvensiz olduklarını tahmin etmek zor değildir. Düşünceleri, yıllarca yaşadıkları şiddet, korku ve dehşet verici olaylarla olumsuz bir hal almıştır. Yaşamlarında olumlu gelişmelerin olacağına yönelik inançları çok zayıftır. Geleceğe yönelik güçlü olumlu bir inancın oluşması için güzel gelişmelerin olması gerekir. Diğer bir ifadeyle yaraların biraz da olsa sarılması gerekir. Yaralar sarıldıkça travma mağdurlarının, Kürt toplumun neredeyse tamamının, güven sorunu çözülebilecektir.

İçinde bulunduğumuz çözüm sürecinde Kürt vatandaşların kendini Türkiye’ye ait hissetmesi için devletin travmatik yaşantıları yeniden okuması ve yeniden adlandırması gerekir. Yakay-Der Başkanı Velat Demir gazetemizin 8 Nisan Pazartesi günkü sayısında yayınlanan yazısında “demokrasi için geçmişteki ayıplardan kurtulmak gerekir” diye yazmış ve kayıpların bulunmasının insani bir sorumluluk olduğunu vurgulamıştı. Otuz yıllık çatışmanın mağdurlarından bir kesimin düşünce ve beklentilerini bir bakıma özetleyen cümleler bunlar.

Öfke, eşitlik ve adalet duygusu

Çocukluk çağında insan eliyle ortaya çıkan travmaların etkileri bir ömür boyu devam edebilir. Milyonlarca çocuk yaşanan şiddet, ölüm, zorunlu göç, işkence vb. olayları yaşadı bu olaylara tanıklık etti. Bu tanıklığın sonucunda bu çocuklarda büyük bir öfke oluştu. Şiddete tanıklık eden çocuklar büyüdü. Ancak öfkeleri dinmedi. Var olan öfkenin dinmesi için ruhsal durumlarını tahrip eden şiddet ortamının artık gerçekten olmayacağını görmeleri gerekir.

Kürtlerin devleti gerçekten sahiplenmesi için devlette kendinden bir şeyler bulması gerekir. Çözüm süreciyle birlikte devlet nezdinde değerli bir vatandaş olduğunu, artık dışlanmadığını hissetmesi gerekir. Bu hissiyatı oluşturacak şey de yaşanan gelişmelerdir. “Roboski Katliamı”nın halen aydınlatılamamış olması, Ceylan Önkol davasının takipsizlikle sonuçlanması, cezaevlerindeki hasta tutsakların ölmeye devam ediyor olması, kayıpların bulunmasına yönelik ciddi girişimlerin olmaması vb. durumlar adalet ve eşitliğin sağlanacağına yönelik inancın önünde engel olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt vatandaşları kendilerini, sosyal ve resmi yaşamda ifade edebildikçe, devlete daha yakın hissedeceklerdir. Eğitim, sağlık vb. hizmetlerin Kürtçe alınması, anadilde eğitimin başlaması gibi gelişmeler bu yakınlık duygusunun oluşmasına hizmet edecektir.

Travmaların hafızalardan silinmesi

Yıllarca yürütülen uygulamalarla, toplum adeta esir alınmış ve tutsak edilmiştir. Toplumdaki her birey kendi benliğinden koparılmış ve bireysel otonomisi yok edilmiştir. Toplum hafızası bir bütünen yaşananları kaydetmiştir. Bu travmatik hatıralar, ancak geçmişle hesaplaşma ve yüzleşmenin yaşandığı, özgür ifade ve yaşamın önünde hiçbir engelin kalmadığı bir toplumda azalmaya başlar. Yani yıllarca süren travmatik yaşamdan sonra bireylerin bu “çözüm süreci”yle birlikte kendini geri bulması, kendi benliğiyle buluşması ve elinden alınmış otonomisini geri kazanması gerekir. Aksi takdirde insanlar, bu kadar acıyı neden yaşadık diye kendilerine sorar ve travmatik hafıza hep canlı kalır.