Kuban Altınel'in Beyanı

Yazar / Referans: 
Beyza Kural, Bianet
Tarih: 
28.06.2018

"Barış istemenin, çatışma yerine uzlaşmayı, ölüm yerine yaşamı desteklemenin nesi kötü? Bu insani davranış nasıl suç olabilir? Ne yapmalıydım? Kafamı kuma gömüp gerçekleri gözardı mı etmeliydim? Tüm bunlar olurken aymazlık içinde konforlu yaşamımı sürdürmeyi mi yeğlemeliydim?"

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İ. Kuban Altınel'in Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Burada Ne Yapıyorum?

Sayın Yargılama Kurulu,

Burada bulunmamın nedeni 1127, daha sonra eklenenleri de sayarsak 2211, akademisyenle birlikte, aslen barış çağrısı yapan bir bildiriyi, ifade özgürlüğü anayasal hakkımı kullanarak imzalamama, kurulan hayali ve asılsız bağlantılar yoluyla yüklenmeye çalışılan suç iddiasıdır. 

Açıkçası şaşkınım! Yaşamı boyunca barışı savunmayı ilke edinmiş, öğrencilerine barış içinde yaşamanın toplumsal gelişime yaptığı yapıcı katkılardan her olasılıkta  söz etmiş bir akdemisyen olarak, bir barış çağrısından öte olmayan bu bildirinin, yapay bir suçlamaya dönüştürülmesi karşısında çok şaşırdım ve kendimi sanık olarak göremiyorum.

Bu nedenle bu konuşma bir savunma değildir. Yurdumun insanına duyduğum sorumluluktan kaynaklanan davranışımın, ilkesel ve vicdani temellerinin kısaca özetlenmesinin yanısıra, T. C. İstanbul Cumhuriyet Bassavcısılığı’nca hazırlanan 2018/509 nolu iddianamede önemli bulduğum bazı iddiaların irdelenerek karşı görüşümüm dillendirilmesidir.

Bir Endüstri Mühendisliği Bölümü öğretim üyesiyim. Yaklaşık yirmi sekiz yıldır öğrettiğim ve bilimsel araştırmalarımı odakladığım konuların başında kaynakların etkin kullanılması ve kullanımın eniyilenmesi gelir. Dizge içi ya da dizgeler arası çatışmalar kaynak israfına neden olur.  Özellikle de bildiriye temel itki olduğu okunduğunda açıkça anlaşılan türden çatışmalarda, hiç bir biçimde değeri ölçülemez bir kaynağın israfına, insan yaşamına... Yalnızca yirminci yüzyılda yaklaşık 200 milyon... Ve bunun yaklaşık yüzde 90’nı sivil ölümü...

Söz konusu bildiriyi imzaladığım tarih öncesinde Diyarbakır ve çevresindeki çatışmalar bölgede yaşayan sivil halka çok zarar vermekteydi; açlık, susuzluk, göç ve ölüm... Sivil halka dönük hak ihlallerine yönelik saptamalar bir çok ulusal ve uluslarası bağımsız örgütün raporunda kayıt altına alınarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Kişisel olarak çatışma ve kaba kuvvetten hoşlanmam. Çatışmaların, sorumlusu olmayanlara, arada kalanlara, verdiği zarardan oldum olası rahatsız olurum. Sorunların konuşarak çözüleceğine inanırım.

Sokağa çıkma yasakları nedeniyle bir annenin ölü bedeninin günlerce çocuklarının gözü önünde yolda yatması, başka bir annenin kızının ölüsünü derin dondurucuda saklamak zorunda kalması, hurda toplayarak yaşamını sürdürmeye çalışan yaşlı amcanın “Ben yaşlıyım, bana birsey yapmazlar” diyerek ekmek almaya çıktığında öldürülmesi, balkonda oturan dedesinin kucağındaki bebeğin vurulması, yine ekmek almaya giden küçük kızın sokaktaki ölümü ve bir gencin gözleri oyulmuş ölü bedeninin akrep ya da kirpi denen resmi bir araca bağlanarak sürüklenmesinden çok rahatsız oldum.

Bir evcil hayvanın, örneğin bir köpeğin bir araca bağlanıp sürüklenmesine bile dayanamayıp tepki göstermiş, hayvanseverlerin hazırladığı bildirileri imzalamış birçok kişiden birisi olarak çok rahatsız oldum. Üstelik bunlar insan; sizin gibi, benim gibi can. Bulunduğum akademik ortamda konforlu yaşamımı sürdürürken tüm bunlar gerçekleşmekteydi ve bir şeyler yapmalıydım.

Bir konu çeşitli biçimlerde dillendirilebilir. Lisedeki kompozisyon derslerinde hocamızın verdiği konu üzerinde kırk beş kişi kırk beş ayrı metin yazardık. Değişik metinlerin kimini beğenir, kimini beğenmeyebiliriz. Yine de özünde tümü aynı konudadır. “Bu suça ortak olmayacağız!” isimli bildirinin metini benim için özünde güçlü bir barış çağrısıdır. “Barış Bildirisi” olarak da bilinen bildirinin içeriği herhangi birini ya da kurumu şiddete yönlendirmemekte ve herhangi bir şiddet biçimini övmemektedir; şiddetsiz çözüme, çözüm için sorumluluk alarak yapılan bir çağrıdır.

Yönetmen Zeki Demirkubuz bir röportajında sinemayı “anlaşılmaya muhtaç bir konuyu, anlaşılmaya muhtaç bir meseleyi, insanların önüne koyma becerisi” olarak tanımlar.  Duyduğumda aynı tanımın akademisyenlik için de geçerli olduğunu düşünmüştüm. Yirmi sekiz yıllık akademisyenlik yaşamımda yapmaya çalıştığım tam da buydu. Barış Bildirisini imzalayarak da anlaşılmaya muhtaç bir konu, bir sorun olan barışın ülkemdeki insanların önüne bir kez daha konmasına katkı sunduğuma inanıyorum.

Engin Geçtan insanları, “Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler” olarak ikiye ayırır ve ekler: “Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!”

Bir akademisyen olarak halkıma karşı duyduğum sorumluluk, bundan da önemlisi vicdanım, ülkenin gereksinimi olan barışın çağrısını yapan bu bildiriyi ve imzacılarını seyredip eleştirmek yerine onlara katılmama neden oldu.

Şimdi soruyorum; barış istemenin, çatışma yerine uzlaşmayı, ölüm yerine yaşamı desteklemenin nesi kötü? Bu insani davranış nasıl suç olabilir? Ne yapmalıydım? Kafamı kuma gömüp gerçekleri gözardı mı etmeliydim? Tüm bunlar olurken aymazlık içinde konforlu yaşamımı sürdürmeyi mi yeğlemeliydim?

Konuşmamın geri kalanında iddianamenin bazı bölümlerini irdeleyerek ilgili karşı görüşlerimi maddeler halinde sıralayacağım. Bunların yasal tartışmasını ayrıntılı olarak savunma makamı gerçekleştireceğinden çabam yalındır ve uzmanı olmadığım için yasalara gödermeler de yapan anlatımdan yoksundur.

1. Deliller arasında gösterilen 10 Mart 2016 tarihli metin bir bildiri değildir, yapıldığını sonradan öğrendiğim bir basın açıklamasıdır.  Bir elektronik posta iletisiyle katıldığımı belirterek imzacıları arasında yer aldığım bildiri, 11 Ocak 2016 tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı Barış Bildirisi’dir.

2.  Bese Hozat adını yaşamımda ilk kez 11 Ocak 2016 tarihinden sonra, Barış Bildirisi’ne verilen tepkiler sırasında duydum ve 22 Aralık 2015 tarihinde yaptığı açıklamadan T. C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığın’nın hazırladığı iddianameyi okuyunca haberim oldu. Özetle, Barış Bildirisi’ni herhangi bir talimatla imzalamadım. 

Talimatla iş yapmak kişiliğimle ve akademisyenlik ilkelerimle ters düşer. Ayrıca, zamansal önceliğin olaylar arasında nedensellik ilişkisi kurulması için yeterli görülmesi temel mantık ilkeleriyle çelişir. Kesinlikle reddedeceğim bu iddia bu durumuyla boşta kalmaktadır ve somut delillerle kanıtlanmalıdır.  Bese Hozat’ın sözü edilen çağrısının metini iddia makamının sunduğu deliller arasında yer almalıdır.

3. T. C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bildirinin bazı bölümlerini bütününden kopararak, koyu renklerle belirterek gerçekleştirdiği suç ögesi yaratma çabası çok zorlamadır.

Bildiri, iddianamenin sekizinci sayfasında belirtildiği gibi “Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan hadiseleri manipüle  etmeyi, bilgi kirliliği ve dezenformasyon yoluyla yanlış veya doğruluğu bulunmayan, kasıtlı bilgileri yaymayı, karşı propaganda yöntemiyle egemen bir devlet değil de adeta “gayri meşru yıkıcı bir güç” şeklinde tasvir edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Hükümeti’ni, Ordu ve Emniyet Teşkilatını suçlu gibi lanse ederek hedef haline getirmeyi, buna mukabil PKK / KCK silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeyi, neticede bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmayı hedeflemiş ve bu uğurda bir araç olarak kullanmıştır” iddasınının tersine, iddianame hazırlanırken sözü edilmeyen “müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı barış için çözüm yollarının kurulmasını talep ediyoruz” bölümünü de içermektedir. 

Savcının görmezden geldiği bu bölüm bildirinin bir terör örgütü propagandası olamayacağının en önemli belirtkesidir.  Bildirinin izleği kalıcı barıştır ve herhangi bir biçimde şiddet çağrısı içermez.

4. T. C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, hazırladığı iddianamede, Barış Bildirisi’nin İngilizce çevirisine ve bunun yeniden Türkçe’ye çevrilmesinden elde edilen metine de yer vermiş ve her iki Türkçe metini karşılaştırmak gibi garip bir yöntemi suç ögesi yaratabilmek için kullanmıştır.  Herşeyden önce ben İngilizce metini imzalamadım. Benim imzaladığım özgün, Türkçe Barış Bildirisi’dir. Bu nedenle İngilizce metin ile çevirisinden sorumlu tutulmayı ve bu yolla yaratılan iddialarla suçlanmayı reddediyorum.

Barış Bildirisi tersi alınabilen matematiksel bir birebir fonksiyon değildir. Bu yöntemin, çevirinin yorum değişiklikleri içerebileceği gerçeği gözönünde bulundurulduğunda değişik bir metinle sonlanması olağandır. İngilizce’den, Türkçe’ye çevrilen metini, başka birisi yeniden İngilizce’ye çevirse, tamamen aynı yeni bir İngilizce metin elde edilememesinin olası olduğu gibi...

Ayrıntılı bir metin çözümlemesi yapmak amacında değilim. Bunun uzmanı da değilim. Yaklaşık sekiz yıl anadilin İngilizce olduğu bir ülkede yaşamış, İngilizce öğrenmiş, yüksek lisans ve doktora derecelerini almış, özetle karınca kararınca İngilizce bilen bir kişi olarak, iddianamede bana karşı yapılan suçlamalarda kullanılan “Kurdish provinces” deyişinin Türkçe’sinin “Kürdistan illeri” olmadığı düşüncesindeyim.

Bence doğrusu “Kürt  illeri” veya “Kürt yöreleri” dir ve ağırlıklı olarak Kürt kökenli yurttaşların yaşadığı yerler anlamına gelir. Burada “Kurdish” sözcüğü etnik bir kökene gönderme yapmaktadır.  Bir yanlış çeviriye dayalı bu temelsiz suçlamanın ciddiyetsizlik içerdiğini belirtiyor, kurulunuzun belirleyeceği bilirkişilerce aydınlatılmasını istiyorum.

5. T. C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hazırladığı iddianamede Barış Bildirisi imzacılarını bildiri aracılığıyla terör örgütü propagandası yapmakla suçlamakta ve iddianamenin on dördüncü sayfasında  belirtildiği üzere “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Hükümeti’ni yüzde yüz haklıyken haksızmış gibi göstermeye” çalışıldığı iddia edilmektedir.

Resmi bir araca bağlanmış, üstelik gözleri oyulmuş ölü bir bedenin, sürüklendiği fotoğrafları gördükten, videoları izledikten, haberleri, ulusal ve uluslarası sivil toplum örgütlerinin raporlarını okuduktan sonra, iddia makamının Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti için yaptığı yüzde yüz haklılık iddiasının doğru olmadığını düşünüyor, bir demokratik hukuk devletinde yaşayan bir yurttaş olarak devleti anayasal hakkımı kullanarak eleştirmemin suç oluşturmaması gerektiğine inandığımı belirtmek istiyorum.

Konuşmamı, hakkımda TMK 7/2 uyarınca terör örgütü propogandası yapmak suçlamasıyla açılmış olan davanın iddianamesini okuduğumu, imzaladığım “Barış Bildirisi’nin” hiç bir terör örgütü veya örgütün davranışlarını olumlayan ifadeler içermediğini söyleyerek bitirmek istiyorum.

Bu dosya temelde Barış Bildirisi ve ilgili iddianameden oluşmaktadır. İddialarla ilgili delil ve belge içermemektedir. İddianame bir uzun öykü biçemindedir ve kanıtlanması gereken suçlamalar yığınıdır. Bunlardan en belirgin bulduklarımı yukarda elimden geldiğince açıklamaya ve dikkatinize sunmaya çalıştım.

Yargı makamlarının asli görevi yalnızca iddia makamlarını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti’ni savunmak, onların haklarını korumak değil, yurttaşların demokratik hak ve özgürlüklerini de savunmak ve korumak olduğundan, Barış Bildirisi’ni imzalamamın tarafınızdan bir suç değil, demokratik bir hak olarak değerlendirileceğine inanıyorum. Herhangi bir yasadışı örgüt, yapılanma, platform, vs. ile herhangi bir bağlantım olmadığını ve atılı suçları kabul etmediğimi belirtir, hakkımda beraat kararı verilmesi istemimi saygılarımla arz  ederim.

(KA/BK)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/198695-kuban-altinel-in-beyani