Canan Özcan’ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
28.06.2018

"Hükümet söz konusu olduğunda çözüm süreci övülürken, akademisyenlerin demokrasi ve barış istekleri “sözde” diye adlandırılarak gayrimeşru gösterilmektedir."

Arel Üniversitesi'nden Arş. Gör. Canan Özcan’ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna duyurulan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attığım için “terör örgütü propagandası yapmak” ile suçlanıyorum. Bu bildiri benim de aralarında bulunduğum Barış için Akademisyenler tarafından yazılmış ve duyurulmuştur.

Barış için Akademisyenler ismiyle müsemmadır; yani talebi ancak ve ancak barıştır. Tarafımıza yöneltilen ve birçok da yanlışlık içeren iddianamede iddia edilenin aksine bu bir propaganda metni değil, barışa ve ölümlerin bir an önce durdurulmasına yönelik yapılmış acil bir çağrı, her vatandaşın, vatandaşı olduğu devletten talep etmeye hakkı olan bir barış ve huzur ortamı talebidir.

1128 akademisyenin imzaladığı bu metnin basına ve kamuoyuna duyurulmasından sonra, bu kadar kişinin imzaladığı bu metnin ne dediğine kulak verilmesi yerine, akademisyenler hedef gösterilmiş, işten çıkarılmış, tehditlere maruz bırakılmış ve geldiğimiz noktada birçoğumuza davalar açılmıştır.

Üstelik de yukarıda da belirttiğim gibi bu davaların açılmasına yönelik tarafımıza yöneltilen iddianame birçok hatalı bilgi, birçok eksiklik ve tutarsızlık barındırmaktadır. Bu yönüyle mahkemenizin de bizlerin de daha özenli bir iddianameyi hakkettiğimizi de belirtmek isterim.

Tarafımıza yöneltilen iddianame tamamen niyet okumalar üzerinden ve somut hiçbir delil göstermeksizin bizleri suçlamaktadır. Bu duruma bir örnek vermek istiyorum: İddianamenin 7. sayfasının 4. paragrafında Barış için Akademisyenler İnisiyatifi’nin 2012 yılından beri, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan sorunun “sözde” barış ve demokrasi prensipleri çerçevesinde çözülmesi için faaliyet yürüttüğü söylenmektedir.

İddianamenin 4. ve 5. sayfalarında ise 11 Temmuz 2014 tarihinden 2015 Temmuz ayına kadar hükümetin yazar, akademisyen ve sanatçılarla birlikte “çözüm süreci” olarak adlandırılan süreci nasıl yürüttüğü anlatılmaktadır.

Dolayısıyla, hükümet söz konusu olduğunda çözüm süreci övülürken, akademisyenlerin demokrasi ve barış istekleri “sözde” diye adlandırılarak gayrimeşru gösterilmektedir.

İddianamede imza atmış olduğum bildirinin İngilizce versiyonuna da yer verilmiş, bir de bu metin tekrar Türkçe’ye çevrilmiştir.

Çeviri yapılırken ise metin, maddi hata deyip geçemeyeceğimiz şekilde tahrif edilmiş, bir de bu tahrifattan yeni suçlamalar oluşturulmuştur! Tek başına bu örnek bile iddianamenin kurgusallığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.     

İmza atmış olduğum metinde hiçbir örgütün, grubun, siyasetin adı geçmemektedir; dolayısıyla da bu metnin herhangi bir örgütün propagandasını yaptığını iddia etmek ve dahi bunu kabul etmek mümkün değildir.

Bu suçlamaya temel teşkil eden Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi şu şekildedir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Metinde bu suçun oluştuğuna dair herhangi bir somut gösterge olmadığını bir kez daha vurgulamak isterim.

Metnin hitap ettiği merci vatandaşı olduğum devlet ve iktidarda bulunan hükümettir. Hiçbir ilişkimin olmadığı herhangi bir gruba, örgüte çağrı yapmak ise ne vatandaş olarak görevim ne de bireysel olarak tercihimdir.

Bu anlamda metni kendi özgür iradem dışında bir yönlendirmeyle imzalamış olduğuma dair iddiaları, metni imzalamadan önce okuyup okumadığım sorusu kadar anlamsız ve hatta şahsıma yönelik bir hakaret olarak kabul ediyorum. Dolayısıyla da tüm bu suçlamaları da reddediyorum.

İmza atmış olduğum metin, 16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren çok sayıda şehirde ilan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere sivil vatandaşların eğitim, sağlık gibi en temel haklardan mahrum kalmaları ve çok sayıda vatandaşın hayatını kaybetmesi üzerine, benim için bir insan olarak elimden gelen küçücük bir ses verme çabası, sesimi duyurabilme, talepte bulunabilme aracıdır.

Bu süreçte yaşanan hak ihlalleri, ölümler, kaldırılamayan cenazeler, evlerin içine düşen bombalar ulaşılması zor haberler ya da gizli bilgiler değildir. Tamamına ulusal ve uluslararası raporlarla vakıf olmak mümkündür.

Olayların yaşandığı sırada da bunlar medyaya yansımış, bizleri çaresizlik duygusu içerisinde, vicdan azabıyla baş başa bırakmıştır. Böyle bir çaresizlik döneminde attığım ve hiçbir önem de biçmediğim bu imzaya devlet tarafından bu kadar önem verilmiş olması ise tek tesellimdir.

İmza atmış olduğum metin, tamamen şiddetsizlik ve barış üzerine kurulmuştur. Hiçbir propaganda ya da şiddet çağrısı yapmamaktadır. Bu anlamda şahsıma ve bu bildiriye isnat edilen bütün suçlamaları reddediyor, beraatımı talep ederken barış talebimi bir kez de buradan dile getiriyorum.

(CÖ/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/198706-canan-ozcan-in-beyani