Leyla Şimşek’in Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
28.06.2018

"Bir eleştirinin karşılığı meslek hayatını sonlandırmak ve kendini ülkücü olarak lanse eden radikal çetelerin ve mafya liderlerinin tehditlerine maruz bırakılmak mı olmalıydı?"

Marmara Üniversitesi'nden ihraç edilen Doç. Dr. Leyla şimşek’in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

28 yıl 7 ay kamuda çeşitli hizmetler verdim; Yaklaşık 19 yıl Marmara Üniversitesi’nde çalıştım; bunun son on yılı Sosyoloji Bölümü’ndeki çalışmalarımla geçti. 07 Şubat 2017’de 686 No’lu KHK ile yayınlanan ek listede adımın yer alması sonucu yargısız ve hukuksuz bir şekilde üniversitedeki görevimden ihraç edildim.

İmzaladığım metin, Haziran 2015 seçimlerinin akabinde Güneydoğu Anadolu kentlerinde uygulanan politikaları eleştiren, devleti rasyonel olmaya, savaş siyasetini terk etmeye ve çözüme yönelik yapıcı adımlara geri dönmeye davet eden barışçıl bir metindir.

Söz konusu dönem, medya ve sivil toplum kuruluşlarının raporlarına da yansıdığı üzere sivil ölümlerinin, yaşam hakkı dâhil pek çok insan hakkı ihlallerinin yaşandığı bir dönemdir. Bir yurttaşın devletin ve/veya devlet aktörlerinin bazı uygulamalarını eleştirmesi suç değildir.

Ayrıca bir sosyal bilimci olarak Türkiye toplumunun 30 küsur yıldır yaşadığı -ve maalesef etkileri en az bir o kadar daha sürecek- en büyük travmaya dair söz söyleme hakkım yok mudur? Metni imzaladığım için neredeyse tüm yurttaşlık haklarımın yok sayıldığı bir zeminde pek çok tehdit ve hak ihlaline, ayrıca ölçüsüz bir cezalandırmaya maruz kaldım.

Devletin imza tarihindeki politikalarını eleştiren ve çatışma yerine kalıcı bir barış kurulabilmesi için çözüm önerileri sunan bir metne imza attığım doğrudur; o kadar! Başka da bir niyetim veya kastım yoktur.

Türkiye’yi kuşaklar boyu etkilemiş olan Güneydoğu Anadolu odaklı çatışma ortamının istenildiğinde aklıselim çözümlerle yatıştırılabildiğini ve barış ortamının sağlanabildiğini hepimiz gördük. Nitekim 7 Haziran 2015 seçimlerine dek barış ortamı başarıyla sürdürülebilmişti; daha fazla kimse zarar görmeden tekrar barış koşullarına dönülmesi talebi ahlaki ve vicdani tavır alan bir yurttaş iradesinden geldiğinde neden bu denli ölçüsüz cezalandırmalarla karşılaşılıyor?

Ben bir yurttaş olarak ahlaki ve vicdani olarak doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yaptım. Kamu yararına çalışan ve kamu menfaatini düşünen herkesin de böyle davranması, şiddet ortamına karşı kendi barış önerilerini sunması gerekirdi.

Devletin yaşam hakkını korumak için gerekli tedbirleri alması gerektiğini düşündüğümden ve buna muktedir olduğunu bildiğimden, devlet görevlilerini rasyonel davranmaya davet etmek, hakikatin araştırılmasını ve suçluların yargılanmasını devletten istemek en tabii hakkımdır.

Temel hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesinin temel koşulu olan kalıcı bir barışın tesisi için gerekli çözüm yollarının bulunması ve bu yönde adım atılması talebinin yönelebileceği özne doğal olarak devlettir. 

Metinde yer alan eleştirilerin toplumsal barış talebiyle imzalandığının ve söz konusu düşüncelerin ifade özgürlüğü hakkı kapsamında kaldığının kabul edilerek demokratik ülkelerde olduğu gibi tehdit veya baskı içermeyen sözlerle karşılanması gerekirdi.

Topluma katkının nereden geleceğini bilemeyeceğimiz için en aykırı görüşlerin bile ifade edilebilmesinin koşulları sağlanmalı, sözümüze hakaret, baskı ve cezalandırmayla değil, yine söz ile karşılık verilmeliydi. Bir eleştirinin karşılığı meslek hayatını sonlandırmak ve kendini ülkücü olarak lanse eden radikal çetelerin ve mafya liderlerinin tehditlerine maruz bırakılmak mı olmalıydı?

Bir sosyal bilimcinin işi en çok sözcüklerle ve düşünme biçimleriyledir. Elbette son derece statükocu/biatçı bir anlayışla sosyal bilim yapanlar da hep varolageldi; ancak bana göre bir sosyal bilimci olgulara olası bütün açılardan bakabilmeli, özellikle de hakikatin her gün söylenegelenler dışında kalan farklı görünümlerini araştırmalı, sorgulamalı, eleştirmeli, değişik açılardan akıl yürütmeli, farklı olasılıkları düşünmeli, sonuçta edindiği çıkarımları da toplumla ve varsa öğrencileriyle paylaşmalıdır.

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metne imza vererek bir sosyal bilimci olarak 30 küsür yıldır sürmekte olan bir toplumsal sorunun çözülmesi yönünde görüş bildirmiş oldum. Hemen ardından başka bir grup imzacı da bizleri kınamak amacıyla başka bir bildiriyle o dönemde hükümetin politikalarını destekleyen bir açıklama yapmıştı. İmza atarak görüş bildirmek bir suç ise bu imzacıların da kovuşturmaya tabi tutulması gerekmez miydi?

Derslerimi ve öğrencilerimi özlüyorum; üniversitedeki dostlarımı da. Hayat bizi ayırsa da biz bu süreçte de birbirimizden öğrenmeye devam ediyoruz!

Dilerim bu yaşadıklarımız, özellikle geleceklerini göremeyen öğrencilerimizin, gençlerin, genç kadınların demokrasi mücadelesine bir katkı sunar ve Türkiye’ye biçilen çağ dışı gerontokratik/otokratik gömleği hep birlikte çıkarıp atabiliriz.

İddia edilen suçları işlemediğimi nasıl kanıtlayabilirim, bilmiyorum. Tek söyleyebileceğim, hiç kimseden emir veya talimat almadım, iddianamede mesnetsiz bir şekilde talimat aldığımız belirtilen Bese Hozat adını ilk defa dava vesilesiyle duydum, isnat edilen suçların hiçbirini işlemedim, hiçbir yasayı ihlal etmedim. Vicdani bir kararla söz konusu metne imza attım.

Mahkeme heyetinizden de vicdanını dinlemesini ve beraatime karar verilmesini talep ediyorum.

(LŞ/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/198709-leyla-simsek-in-beyani