Evrensel değerler ve milli yalnızlık: İki bildiri, iki akademi

Yazar / Referans: 
Efe Kerem Sözeri,
Tarih: 
28.01.2016

Yazının orijinali Bağımsız Gazetecilik Platformu sitesinde yayınlanmıştır. 

1128 akademisyenin Barış Bildirisi, önceki tüm çağrılardan hem çok daha fazla destek buldu, hem de çok daha ciddi tepki gördü.

 

P24_map_europe_us.png

Barış için Akademisyenler’in 11 Ocak’ta 1128 imzayla yayınladığı bildiri içerik ve dil açısından çok yeni değil aslında. İnsan hakları alanında çalışan pek çok sivil toplum örgütü ve araştırmacı sokağa çıkma yasakları başladığından beri benzer ifadelerle sivil ölümlerinden devleti sorumlu tutmuş ve hükümeti çözüm üretmeye davet etmişti:

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TIHV), 6 Ocak 2016: “Tanıklarca beyan edilen ölüm biçimlerine göre [...] en az 15 kişi kendi evlerinin sınırları içerisindeyken, açılan ateş veya tanklardan atılan top mermilerinin evlerine isabet etmesi sonucu yaşamlarını yitirmiştir.”

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty), 29 Aralık 2015: “Türkiye yetkililerini, sokağa çıkma yasaklarının süresiz devam ettiği il ve ilçelerde yaşayan sivillerin temel haklarına erişimlerini sağlamaya; evlerinden çıkmak, gıda ve diğer temel gereksinimlerini tedarik etmek için yeterli zamanı sağlamaya ve her an acil tıbbi bakıma erişimlerini güvence altına almaya çağırıyoruz.”

Fakat akademisyenlerin Barış Bildirisi, önceki tüm çağrılardan hem çok daha fazla destek buldu, hem de çok daha ciddi tepki gördü.

Tüm dünyadan akademisyenlerin ve bilim örgütlerinin seferberliği yanında, Türkiyeli pek çok farklı meslek grubunun başka herhangi bir konuda hocalara bu denli geniş katılımlı bir destek verdiğini hatırlamıyorum.

Tepkiler ise, artık iktidar kanadından alıştığımız küçümseme ve düşmanlaştırma pratiğini kat be kat aştı. Erdoğan ve Davutoğlu’nun günler boyunca her konuşmalarında eleştirdiği akademisyenler, yandaş basın tarafından isimleri hatta fotoğrafları yayınlanarak hedef gösterildi. Yusuf Yerkel’in Soma’daki tekmesini “kişilik haklarının ihlali” sayıp sansürleyen bağımsız(!) yargı, akademisyenlerin yerel basında isimleriyle birlikte “PKK’nın akademisyenleri” diye suçlanmasını bir ihlal olarak görmedi. Cumhurbaşkanı’nın atadığı rektörler ise YÖK’ün talimatıyla birbiri ardınasoruşturmalar açtı. Bildirinin ilk haftasında 39 akademisyen gözaltında ifade vermiş, 109 akademisyen hakkında soruşturma açılmıştı, yazı yayına hazırlanırken Anadolu’daki çeşitli üniversitelerdeki görevlerinden alınan akademisyen sayısı 29’a ulaştı.

Kanımca, desteğin büyüklüğü bildiri metninden ziyade imza koyanların dünya çapındaki güvenilirliğinden ve saygınlığından kaynaklanıyor. Tepkinin büyüklüğü de yine aynı sebepten, iktidarın elinde bu güvenilirlik ve saygınlığa karşı dünya çapında savunma yapabilecek bir milli kaynak olmamasından.

AKP dün Cemaat’ten, bugün ‘Vatan Cephesi’nden kadro devşirerek Türkiye’deki emniyet ve hukuk sistemini yönetiyor olabilir; havuz basınına kamu kaynaklarını akıtıp diğer yandan Kürt muhabirleri tutuklayarak haberlerin içeriğini de sınırlayabilir. Fakat 2003’ten beri 100’ün üzerindeyeni üniversite kurulmuş olsa da, uluslararası kriterleri olan akademik saygınlık iktidarın lütfuyla kazanılamıyor.

Barış Bildirisi’ne tepki olarak yazılan ve 2071 akademisyenin imzasıyla yayınlanan “Türkiye için Akademisyenler” bildirisi bu ‘milli’ akademinin bir fotoğrafını çekiyor; barış isteyenlerle yan yana konunca, AKP’nin Türkiye sınırlarından ötesini ikna edemediğini gösteriyor.

Bu yazıda öncelikle iki bildiri metnini karşılaştıracağım, daha sonra da evrensel değerler ve milli değerler arasındaki ayrışmanın metinle sınırlı kalmadığını, coğrafi bir ayrılma haline de işaret ettiğini göstereceğim.

“Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!”*

Barış için Akademisyenler grubunun 11 Ocak 2016 günü duyurduğu bildiri bu ifade ile başlıyor.

İlk paragrafta sokağa çıkma yasakları altında yaşanan olay türlerini sıralayan bildiri, ikinci paragrafta bunların hem iç hukuk hem de uluslararası hukukta ağır insan hakkı ihlalleri olduğunu belirtiyor.

Üçüncü paragrafta başka sivil toplum örgütlerinin de dile getirdiği acil önlemleri özetleyen bildiri, dördüncü paragrafta ise bizzat hükümet tarafından 2009’dan itibaren yürütülen ve ölümleri bir şekilde durdurmuş olan barış müzakerelerinin bu sefer başarısızlığa uğramaması için daha fazla şeffaflık öneriyor.

İlk başta belirttiğim gibi, bildiri çok yeni bir şey söylemiyor, fakat yerinde ve zor zamanlarda söylemiş oluyor.

Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, bu 260 kelimelik bildiriyi henüz okumadıysanız lütfen şimdi okuyun.

“Bu ülkenin akademisyenleri olarak devletimizin ve milletimizin yanında olacağız!”

Türkiye için Akademisyenler adlı bir inisiyatif ise 12 Ocak 2016 günü bu cümle ile başlayan birkarşıt bildiriyi imzaya açtı.

Barış Bildirisi’ne cevap niteliği taşıyan metinde “söz konusu olan Türk Devleti’nin ve Türk Milleti’nin bekâsı ise bu ülkenin imkânları ile yetişen bir akademisyenin tarafsız olması elbette düşünülemez” deniliyor.

Bildiride Barış Akademisyenleri Erdoğan’dan alıntıyla “kendilerini akademisyen olarak nitelendiren bir güruh” olarak tarif edilmiş ve Barış Bildirisi’nin amacının “Terörle mücadeleyi akamete uğratmak ve güvenlik güçlerimizin moralini bozmak” olduğu iddia ediliyor.

Türkiye Bildirisi’nin amacı ise “Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde yapılan operasyonlara destek” vermek, “polis ve askerlerimizin sonuna kadar yanında olduğumuzu açıkça ifade” etmek olarak anlatılıyor. Metni hazırlayanların arzusu, bu bildirinin “Türk Milleti’nin gerçek duygu ve düşüncelerini temsil ve ifade” etmesi.

“Türkiye için Akademisyenler” bildirisi ilk gününde sahte imzalar, daha sonra çift imzalarbulundursa da, bu yazı için önemi, imzaya açıldığı tarihten itibaren Kanal 24AydınlıkStar ve Yeni Şafak gibi hükümete yakın pek çok televizyon kanalı ve gazete tarafından bol bayraklı görsellerlesunulmuş olması.

Özetle, Barış Bildirisi hükümeti eleştiriyor ve karşılığında imzacıları hem siyasi hem de hukuki yollardan baskıya uğruyor. Türkiye Bildirisi ise hükümete destek veriyor, karşılığında da hükümetten destek görüyor. Fakat AKP ile milli akademi arasındaki ilişki bu bildiriden ibaret değil; imzacıların profili AKP’nin ‘milli akademi’ üretme tarihi aslında.

İki bildiri, iki akademi

İki bildiri de imzaya kapatıldıktan sonra, 21 Ocak tarihinde, hem Barış Bildirisi imzacılarını, hem de Türkiye Bildirisi imzacılarını arşivledim ve bir veri setinde topladım.

Bu veri setinde 2 bin 212’si Barış Bildirisi’ne, 2 bin 67’si[1] Türkiye Bildirisi’ne imza atmış toplam 4 bin 279 akademisyenin imzası var.

Bu iki akademi profilini aşağıdaki niteliklerle özetlemenin yararlı olduğunu düşünüyorum:

kadın

İmzacıları isimlerine göre kadın-erkek olarak kodladığımızda[2] kadınlar toplam imzacıların yüzde 33’ünü oluşturuyor (1403 kadın akademisyen). Türkiye’de nüfusun kadın ve erkekler arasında eşite oldukça yakın bir şekilde dağıldığını düşündüğümüzde, bu oran kadınların akademiye katılımı açısından endişe verici. Bundan daha endişe verici olan ise, çoğunluğu İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki üniversitelerden olan Türkiye Bildirisi imzacıları arasında bu oranın yüzde 10 olması.[3]

 

kadın_infogram_barış&türkiye_2-2.png

 

Barış Bildirisi imzacıları arasında kadın akademisyen oranı yüzde 54 (1189 kadın akademisyen), ve bu oran Dr., Yrd. Doç, Doç. ve Prof. unvanlarını taşıyan akademisyenler arasında da korunuyor.

Türkiye Bildirisi imzacıları arasındaki yüzde 10’luk kadın akademisyen oranı ise (124 kadın akademisyen), doçent ve profesörler arasında yüzde 5’e kadar düşüyor.

Kadınlara nispetle, erkeklerin aşırı sağa daha eğilimli olduğu biliniyor; fakat buradaki dağılımı belirleyen faktörler milli akademinin araştırma alanlarına ve coğrafi alana nasıl dağıldığı ile ilgili.

bölüm ve araştırma alanı

Veri setinde yer alan 4 bin 279 akademisyenin hepsinin bölümlerini ve araştırma alanlarını incelemem (henüz) mümkün olmadığı için, rastlantısal yöntemle[4] 108 akademisyenden oluşan bir örneklem belirledim. Bundaki amacım, farklı bildirilere imza atan akademisyenlerin siyaset bilimi ve güvenlik politikaları gibi konularda önceden ne gibi farklı çalışmalar yaptıklarını karşılaştırmaktı. Fakat örneklemde yer alan Barış Bildirisi imzacıları arasında bizzat Kürt Sorunu, insan hakları ve Türkiye siyaseti çalışan akademisyenler bulunurken, Türkiye Bildirisi imzacıları arasında “Türk kimliği” çalışan bir sosyolog, en yakın konu olarak ise Cumhuriyet tarihi çalışan üç tarihçi var sadece.

bölüm_infogram_barış&türkiye.png

Murat Bardakçı, HaberTürk’teki bir yazısında Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenlerin “aralarında doktor, mühendis, fizikçi, vesaire gibi müspet ilimlere mensup olanlara pek rastlanmıyordu, hemen tamamı sosyal bilimlerin sadece “lâf” etmeye yarayan alanlarının mensubuydular” diye yazmıştı.

Bu küçük örneklem Bardakçı’nın iddialarını kısmen doğruluyor. Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenler arasında en çok rastlanılan üç bölüm Ekonomi, Siyaset Bilimi ve Eğitim Bilimleri, bunu Sosyoloji ve İletişim bölümleri takip ediyor. Türkiye Bildirisi’ne imza atanlar arasında ise İlahiyat açık arayla birinci, Tıp ve Mühendislik bölümleri bunu takip ediyor.

Fakat Bardakçı da Kürt Sorunu’nu doktor, mühendis ve fizikçilerle (yahut ilahiyatçılarla) çözebileceğimize pek inanmamış olmalı ki 2009’da çözüm süreci başladığında kendisi meseleyi müspet ilimlere bırakmamış, televizyonda ve gazetede laf anlatan bir tarihçi olarak “Kürt İttihad ve İstihlâs Komitesi”nin 1925’teki taleplerini yayınlamıştı.

Elbette, sosyal bilim alanında çalışan akademisyenler gibi mühendislerin de, ilahiyatçıların da Türkiye’nin sorunları hakkında fikir belirtme hakları ve sorumlulukları var. Sonuçta, Barış Bildirisi’ne destek veren Nobel Ödüllü 30 akademisyen de Kimya ve Tıp alanlarında çalışmış.

Fakat Türkiye’de insan hakları alanında çalışan akademisyenlerin imzaladığı metin yargılanırken, ilahiyatçıların imzaladığı metin devlet desteği görüyorsa, sorun laftan ibaret değil. Sorun hangi akademisyenin ve hangi üniversitenin iktidara biat ettiği, hangisinin akademik özerkliği savunduğu.

üniversite

Veriyi derlerken, bazı üniversitelerdeki akademisyenlerin topluca Türkiye Bildirisi’ni imzalamış olması ve bu üniversitelerin çoğundan Barış Bildirisi’ne tek bir imza dahi çıkmamış olması dikkatimi çekmişti.

Bu üniversitelerin niteliklerine geçmeden önce hangi üniversitelerden hangi bildiriye daha çok destek verildiği bir haritaya döktüm. Kırmızı ile gösterilen üniversitelerde akademisyenlerin çoğunluğu Türkiye Bildirisi’ne imza atmış, yeşiller ise Barış Bildirisi’ni imzalayan Türkiyeli akademisyenlerin çoğunlukta olduğu yerler.

P24_map_dünya.png

Barış için Akademisyenler bildirisine 433 farklı üniversiteden akademisyen imza atmış; bu üniversitelerin 102’si Türkiye’deki üniversiteler, geri kalanı yurt dışında. İmzacıların da üçte biri yurt dışındaki bu üniversitelerde çalışan akademisyenler.

Türkiye için Akademisyenler bildirisine ise 168 üniversiteden akademisyenler imza atmış; bunların sadece 21’i yurt dışındaki üniversitelerden. İmzacıların ise sadece yüzde 1’i yurt dışındaki bu üniversitelerde çalışıyor.[5]

yurtdışı_infogram_barış&türkiye.png

Dünyada üniversitelerin niteliklerini çeşitli faktörlere göre sıralayan bazı endeksler var. Bunların her birinin yöntemini paylaşmak bu makalenin sınırlarını aşacaktır; ancak bu listelere bizden hangi üniversitelerin girdiğini hatırlatmak aydınlatıcı olabilir.

2003 yılından beri ölçülen Shanghai (ARWU) sıralamasına göre Türkiye’den ilk 500’e giren tek bir üniversite var, İstanbul Üniversitesi. Üniversitelerin Internet’teki etkisini ölçen Webometrics’in ilk 500 listesinde İstanbul ve ODTÜ var. Reuters verisini kullanan US News sıralamasında ise dünyadaki ilk 500 üniversite arasında giren dört üniversite var: ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ ve Bilkent.

Türkiye’deki bu üniversitelerin akademisyenleri ağırlıklı olarak (yüzde 85 ile) Barış Bildirisi’ni imzalamışlar; bildiride bunun yanında dünyadaki en iyi üniversitelerde çalışan Türkiyeli akademisyenlerin imzaları da var, örneğin Harvard’dan 15, Oxford’dan 8, Yale ve Cambridge’den 4’er Türkiyeli akademisyen bildiriyi imzalamış. Yabancı akademisyenlerle birlikte Barış Bildirisi imzacı listesi aynı zamanda hem dünyanın hem de Türkiye’nin en köklü üniversitelerinin listesi oluyor, ve bu bir tesadüf değil.

AKP iktidara geldiğinden beri üniversite sayısı ve akademisyen sayısı yaklaşık iki katına çıktı. Fakat aslında yeni kurulan üniversitelerin çoğu, eski üniversitelerin komşu illerde bulunan meslek yüksek okullarının ayrılmasıyla oluşturuldu. Bu “tabela üniversiteleri”nin sadece yetişmiş akademisyen değil, fiziki bakımdan da pek çok eksiği olduğu haberleştirilmişti. Bu eksiklerin pek çok sebebi var: Bütçeden eğitime ayrılan pay iki kat değil, sadece yüzde 5 arttı, bu artış ise araştırmaya değil, maaşlara gidiyor; eğitim bütçesi içindeki yatırım giderleri ise azaldı, Türkiye OECD ülkeleri arasında hala eğitime en az kaynak ayıran ülke, 2014 rakamlarıyla Türkiye’deki tüm üniversitelerin toplam bütçesi, Harvard’ın bütçesinin çeyreği kadar.

Peki kaynak ayırılmayacaksa neden bu kadar çok üniversite kuruluyor?

2010 yılında yayınlanmış bir araştırma, 1970’lerden itibaren Türkiye’de üniversite kurma kararlarının siyasi rant sağlama amacıyla ve “yerel ekonomiye katkısı” nedeniyle verildiğinianlatıyor. AKP’nin “her ile bir üniversite” politikasının özeti bu. Fakat, üniversitelerin bölümleri kuruldukları şehirlerin ihtiyaçlarına göre de belirlenmiyor, her yerde iktisadi ve idari bilimler fakültesi ve ilahiyat fakültesi kuruluyor. Bunun amacı ise “belli bir ideolojik görüş egemenliği altında üniversiteler oluşturmak, akademik kadrolaşma ve idari kadrolaşma yoluyla siyasi bütünleşme sağlamak”. Bu yeni üniversitelerde yapılan araştırmaların çoğu da unvan kazanmak için yapılıyor.

Türkiye Bildirisi’ne desteğin yüksek olduğu üniversitelerin çoğunluğu (90 tanesi) 2003’ten sonra kurulmuş, Türkiye için Akademisyenler grubu adına açıklamayı yazan kişi bir İlahiyat Fakültesi’nde ana bilim dalı başkanı. Bu milli akademinin Anadolu’ya nasıl egemen olduğu, iktidarla nasıl bütünleştiği de Barış Bildirisi’ni imzalayan akademisyenlere uygulanan baskı ile kendisi gösteriyor.

coğrafya —ya da, taşrada azınlık olmak

Veri seti içerisinde, İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan üniversitelerde çalışan akademisyenlerin yüzde 90’ı Barış Bildirisi’ne imza vermiş, ama Anadolu’nun geri kalanında durum böyle değil.

Aşağıdaki haritada yeşil renkliler yine Barış Bildirisi’ne imza verenlerin çoğunlukta olduğu üniversiteler, ama Türkiye Bildirisi’nin çoğunlukta olduğu yerleri özellikle ikiye ayırdım: Kırmızı renkliler o üniversiteden gelen tüm imzaların Türkiye Bildirisi’ne verildiğini gösteriyor, sarı renkliler ise çoğunluğunun. Yani sarı renkli üniversitelerde azınlık da olsa Barış Bildirisi’ne imza atmış akademisyenler var.

İşte YÖK’ten talimatı alır almaz soruşturmaların açıldığı, akademisyenlerin evlerinin basılıp gözaltına alındıkları üniversitelerin çoğu bu sarı renkli üniversiteler.

P24_map_Turkiye_azınlık_Düzce.png

Yazı boyunca meseleyi sayılarla ele aldım ama bir insan hikayesi bu coğrafyada hangi şartlarda akademik üretim yapıldığını çok daha iyi anlatabilir.

Yrd. Doç. Dr. Latife Akyüz 2002’de öğretim üyesi yetiştirme programı (ÖYP) kapsamında ODTÜ Sosyoloji bölümüne kabul edilmiş. Tezinin araştırmasını Hopa’da, yazımını ise New York’ta tamamlamış. Haziran 2013’te “Sınır Bölgelerinde Yaşamanın Etnik ve Toplumsal Cinsiyet Dinamikleri” başlıklı 318 sayfalık İngilizce doktora tezini savunmuş. Bu sırada kadınların çalışma hayatına katılımı ve genç kızların eğitimi ile Ilısu ve GAP projelerinin yerel hayata etkisini ölçen farklı araştırmalarda yer almış. Geçtiğimiz yıl Belçika’da göç üzerine çalıştıktan sonra Düzce Üniversitesi’ne gelmiş, ilk defa açılan sosyoloji bölümüne heyecanla yeni öğrencileri kabul etmiş. Bugün Yrd. Doç. Dr. Akyüz, Barış Bildirisi’ni imzaladığı için aldığı ölüm tehditleri yüzünden Düzce’yi terk etmek zorunda kaldı, yakalama kararını öğrenip gittiği savcılıkta ifade verdi, hakkında yurt dışına çıkış yasağı konuldu.

Milli yalnızlık ve evrensel değerler

Erdoğan’ın dış politika danışmanı İbrahim Kalın, tüm komşu ülkelerle sorun yaşamamızı “değerli yalnızlık” olarak adlandırmıştı. “İnce Güç”ün sıfırlandığı bir dönemde, realpolitik fiyaskoları normatif sıfatlarla güzellemenin anlamsızlığını en iyi Doç. Dr. Kalın bilir aslında. Fakat milli akademi tam da bu tür iç politik güzellemeler için kurulmadı mı?

Bu yalnızlığın değerli olup olmadığına geleceğin tarihçileri karar verecektir elbet. Fakat Kürt şehirlerini tanklarla bombalayıp sivilleri öldürmemize Türkiye sınırları ötesinden destek gelmiyorsa yalnızlığımızın milli’den ibaret olduğunu söylemek bugün mümkün.

İktidar insana değer vermiyor belki ama nelerin evrensel değerler içinde yer aldığını söylemek de mümkün: Yaşam Hakkı’nı tanıyan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi mesela. Buna dayanarak karar veren AİHM, Cizre’de yaralılara ambulans gönderilmesi için tam beş kez tedbir kararı aldı. Ben bu satırları yazarken Cizre’de bir bodrum katında yaralı çocuklar ölü bedenler arasında hala ambulans bekliyor.

Toplumsal barış için tüm riskleri göze alan akademisyenlerin bu dersinden kalırsak, Türkiye’de yaşamaya değer bir şey de kalmayacak. Ama yanlış yaptığımız için yalnız kaldığımızı kabul edebilirsek, saygın yerlerde çok dostumuz var.

Notlar:

* Ben de Barış için Akademisyenler bildirisine imza vermiş olan 459 doktora öğrencisinden biriyim.

[1] Türkiye için Akademisyenler sekreterliği 1071 Malazgirt Savaşı’na bir göndermeyle bildirinin imzacı sayısını 2071 ile sınırlı tutmuş. Fakat, bu konuda kendilerini uyarmama rağmen imzacı listesinde hala dört akademisyenin imzası iki kez yazılmış bulunuyor. Bu araştırma için çift imzaları veriden kendim çıkarttım. Bir de, söylemeden geçemeyeceğim, “Anadolu’nun kapılarını” Kürtlerlebirlikte açmışız.

[2] İsme göre kadın-erkek kodlamasını yaparken, sonuçların taraflı olmaması için iki bildirinin imzacılarını tek bir listede topladım ve ilk isme göre dizdim. Uniseks isimlere sahip akademisyenlerin ise yarısını kadın, yarısını erkek olarak kodladım; bu sayede kodlamada hatalar yapmış olsam dahi, bu hataların iki akademisyen grubuna da rastgele, bu nedenle de eşit olarak dağıldığını iddia etmek mümkün.

[3] Yazıdaki tüm infografikler infogr.am sitesiyle oluşturuldu. Tüm veri haritaları ise Google Maps temelli Google Fusion Tables araçları ile yapıldı.

[4] Veri setini iki bildiriye ve dört unvana göre ayırıp isme göre sıraladıktan sonra, her akademisyene rastgele bir sıra numarası verdim. Bu sıra numaraları içinden en küçük ilk 10 sıra numarasına sahip olduğu için seçilen 108 akademisyenin unvana göre dağılımı 25 Dr., 31 Yrd. Doç., 27 Doç. ve 25 Prof. şeklinde. (Görece basit bir rastlantısallık testi olarak, seçilen örneklemde kadın akademisyen oranı yüzde 28, Barış Bildiri alt grubunda yüzde 58 ve Türkiye Bildirisi alt grubunda yüzde 8. Veri setinde bu dört unvana sahip tüm akademisyenler arasında kadınların oranı 28, Barış Bildirisi alt grubunda yüzde 52 ve Türkiye Bildirisi alt grubunda yüzde 8. Veri seti herkesin denetimine açık.)

[5] Her iki bildiriden toplam 115 bağımsız araştırmacı ve emekli akademisyen, kurumları olmadığı için üniversite ve yer ile ilgili analizlere dahil değiller.

Veri seti:

https://docs.google.com/spreadsheets/d/1Ljf78XOe1q-MUB53H36VvRlXF-uxpAOShK6_9LLtow8/edit?usp=sharing

Harita:

https://www.google.com/fusiontables/DataSource?docid=11VfKbs3m8PLwS3HzWidIJVZCAZz5fc5QGiPOuz5E