Başak Tuğ Onaran'ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
18.12.2018

"Ben bu imzayı, bırakın hayatta kalmayı, ölülerini itibarlı bir biçimde gömme hakkı bile verilmemiş olan insanların onurlarını savunmak için attım."

Bilgi Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Başak Tuğ Onaran'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 28. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Sayın Heyet,

Bugün buraya sayıları 2000’in üzerinde akademisyenle birlikte şiddetin durdurulması için devletine çağrı yapan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak savunma yapmak üzere çağrılmış bulunuyorum.

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, imza attığım metinde ifade edilen düşünceler hem anayasal olarak hem de uluslararası hukuk kapsamında hiçbir açıdan suç teşkil etmemektedir. Bu sebeple beraatımı istemek amacıyla buradayım.

Yaptığım işin gereği olarak öncelikle akademisyen kimliğimle konuşacağım. Ancak burada amacım ne mahkemenize ne de topluma ders vermek.

Sadece ve sadece, hayatın bize lütfettiği büyük tesadüfler sonucunda mesleğim ve bu dava sürecinde yaşadığım gerçeklik arasında keşfettiğim paralellikleri sizlerle paylaşacağım.

Ben tarihçiyim. Tarihçi olarak Osmanlı hukuk sistemi ve cinsel şiddet üzerine çalışıyorum. Bunu da mahkeme tutanaklarını ve sıradan insanların temyiz mahkemelerine sundukları arzuhalleri inceleyerek yapıyorum.

Araştırmalarım sırasında, insanların, özellikle de kadınların—çünkü genellikle erkekler karşısında pek az kazanma şansları oluyor— kaybedeceklerini bile bile mahkemeler önünde adalet aramakta neden bu kadar ısrarcı olduklarını yıllardır düşünüp dururum.

Benim gibi geçmiş yüzyıllara ait mahkeme tutanaklarını inceleyen başka araştırmacılar da, kadı önünde davalarını kaybetmiş olan ve zaten kaybedeceğini muhtemelen başından beri bilen pek çok kadının sesinin daha net ve dürüst çıktığına dikkatimizi çekiyorlar.

Bir insan neden kaybedeceğini bile bile mahkemeye başvurur, bir insan neden okunmayacağını bildiği halde dilekçe yazar, bir insan neden tıpkı şu anda benim durumumda olduğu gibi dinlenmeyeceğini yahut söylediklerinin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini bildiği halde konuşmaya devam eder?

Bu mesele akademik araştırmalarım boyunca benim için hep bir muamma olmuştur. Bu muammayı huzurunuzdaki dava sayesinde çözdüm.

Şimdi, bugün burada, 21. yüzyılın başında, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bulunduğum bu noktada, devleti temsil eden Cumhuriyet Savcısı benim de içlerinde bulunduğum yüzlerce akademisyene dava açmışken, içinde yer aldığımız bu dava sürecinde, geçmişte ve bugün insanların neden konuşmaya devam ettiklerini anladım.

Benzer dosyalarda önceden mahkûmiyet hükmü verildiğini bildiğimiz ve bu davadan da farklı bir sonuç çıkmayacağını hepimiz tahmin ettiğimiz halde, en samimi ve dürüst halimizle mahkeme salonlarına geliyoruz.

Hem sanıklar hem de avukatlar içtenlik ve sadelikle mesleklerini, yaşamlarını, duygularını gözler önüne serip, savunma yapıyorlar. Bunu adalete olan güvenlerinden mi yapıyorlar, bilmiyorum.

En azından ben kendi adıma hayatta bulunduğum bu noktada adalete inanmadığımı dile getirebilirim. Fakat bütün bu savunmaların ve sessiz çığlıkların ardında başka bir şeyin olduğuna; tüm bu kendini açıklama çabalarının arkasında insanlık onurunu savunma ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Ben, burada sadece kendimi ve attığım imzayı değil, biz barış akademisyenlerinin onurunu ve imzaladığımız metinde zikredilen şiddetle yaşam hakları ihlal edilen sivillerin onurlarını savunmak için bulunuyorum.

Ben bu imzayı, bırakın hayatta kalmayı, ölülerini itibarlı bir biçimde gömme hakkı bile verilmemiş olan insanların onurlarını savunmak için attım.

Ve bu mahkemeye, hükmün ne olacağını bildiğim halde, bu metne imza atmış olan diğer akademisyenler gibi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak zedelenen onurumu savunmak için geldim.

Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da dahil olmak üzere birçok ülke anayasasının temel dayanak noktası yaşam hakkının ve insanlık onurunun korunmasıdır.

Bu sebeple, bir akademisyen olarak değil, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak operasyon bölgesinde yaşam hakları ve insanlık onurları ellerinden alınan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anayasa ile güvence altına alınmış onurlu bir hayat sürdürme hakkını yine anayasal olarak tek muhatabım olan devletten talep etmek için barış metnini imzaladım.

Bugün de, tüm bu ceza yargılaması sürecinde ve öncesinde insanlık onuru zedelenen akademisyenlerin insanlık onurunu savunmak ve talep etmek için buradayım.

Bu kapsamda ifade ettiğim düşüncelerin, asla bir suç değil, ifade özgürlüğü temelinde bir hak olduğu inancıyla hareket ediyor ve beraatımı talep ediyorum.

(BTO/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/203663-basak-tug-onaran-in-beyani