Ozan Erözden'in Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
28.02.2019

"Eğer bu metin üzerinden Devlete taraf olma ya da terör örgütüne taraf olma şeklinde bir karşıtlık kurulmak isteniyorsa, ben açık bir biçimde Devletten yana taraf olmak niyetiyle bu imzayı attım."

MEF Üniversistesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Ozan Erözden'inBarış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 29. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz. 

Sayın Başkan, Sayın Üyeler,

Mahkemenizce terör örgütü propagandası yaptığım suçlamasıyla yargılanıyorum. Ne var ki, üzerime atılı suçun maddi ve manevi unsurları oluşmuş değildir.

Suçun maddi unsuru oluşmamıştır, çünkü imzalamış olduğum metinde herhangi bir terör örgütünün herhangi bir eylemi söz konusu edilmemekte, herhangi bir propaganda içeriği bulunmamaktadır.

Metnin içeriğiyle atılı suç arasında iddianamede kurulan ilişki hiçbir somut delile dayanmamaktadır. İddianamede metnin içeriğiyle propaganda fiili arasında kurulmak istenen ilişki tamamen farazi varsayımlara dayalıdır ve bu varsayımlarda bolca mantık hatası mevcuttur. Metin bu içeriğiyle tamamen bir düşünce açıklaması mahiyetindedir.

Dolayısıyla, ortada Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle güvence altına alınmış bir hak ve özgürlüğün, ifade özgürlüğünün kullanılması niteliğinde bir görüş açıklaması vardır.

Suçun maddi unsurunun oluşmadığına ilişkin beyanımı daha fazla detaylandırmayacağım. Bu husus gerek avukatım tarafından gerek heyetinizce aynı iddianameye dayalı olarak yargılanan diğer sanıklar ve avukatları tarafından ayrıntılı olarak dile getirildi, getiriliyor. 

Ben bu beyanımda, suçun manevi unsurunun da oluşmadığı konusunu geliştirmek istiyorum. Suçun manevi unsuru da oluşmamıştır. Çünkü ben bu metni herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapma niyetiyle, amacıyla, kastıyla imzalamadım. Bilakis, ben bu metni, Türkiye Cumhuriyeti Devletini savunma niyetiyle imzaladım.

Daha başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer bu metin üzerinden Devlete taraf olma ya da terör örgütüne taraf olma şeklinde bir karşıtlık kurulmak isteniyorsa, ben açık bir biçimde Devletten yana taraf olmak niyetiyle bu imzayı attım.

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasanın 2. maddesinde “insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olarak tanımlanır. Benim bu tanımda vurgu yapmak istediğim unsur “hukuk devleti”dir.

Bildiğiniz üzere, devlet olmanın başlıca unsuru egemenliktir. Egemenlik yetkisi de, esas olarak, hukuk kuralları koyma, kaldırma ve değiştirme yetkisidir.

Yani, egemen bir devlet olmak demek, her şeyden önce, hukuk kuralları koymak suretiyle bir hukuk düzeni yaratmak demektir. İşte, Anayasamız tarafından Devletin değiştirilemez özelliklerinden birisi olarak zikredilen hukuk devleti ilkesi, bu kuramsal temel üzerinde yükselir.

Bir hukuk devleti, kendisini, sahip olduğu egemenlik gücü vasıtasıyla oluşturduğu (vazettiği) hukuk kurallarıyla bağlı sayan, her türlü eylem ve işleminde bu kurallar çerçevesinde hareket eden devlettir.

Hatta daha öteye giderek diyebiliriz ki, esasında soyut bir varlık olan devleti somutlaştırırken başvurulacak birincil unsur hukuk kurallarıdır.

Bir manevi şahsiyet olan devlet, eylem ve işlemlerini devlet görevlisi olan gerçek kişiler aracılığıyla yerine getirir. Soyut devlet kavramını somut hale getiren bu gerçek kişilerin tüm eylem ve işlemleri hukuk kurallarına dayanılarak ve hukuk kuralları çerçevesinde yerine getirilir.

Aksi halde, yani bu gerçek kişilerin eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarına dayanmamaları ya da hukuk kurallarını çiğnemeleri halinde, devlet adına hareket ettikleri söylenemez.

Kısacası bir devlet görevlisini, devlet görevlisi kılan birincil unsur, görevini yerine getirirken hukuk kuralları çerçevesinde hareket etmesidir. Dolayısıyla, devleti görevlileri aracılığıyla görünür kılan, işler hale getiren temel gösterge, esas kılavuz hukuk kurallarıdır.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler,

Ben bir hukuk profesörüyüm. Derslerime giren hukuk fakültesi öğrencilerine devlet ve hukuk ilişkisini yukarıda kısaca özetlediğim şekilde anlatıyorum. Bendeniz, ayrıca, 1998 – 2001 yılları arasında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi ve görevlendirmesiyle insan hakları gözlemcisi olarak çalıştım.

Bu süre boyunca Hırvatistan’da, insan hakları hukuku ve insancıl hukuk çerçevesinde Hırvat devletinin üstlenmiş olduğu uluslararası ve ulusal yükümlülükleri yerine getirmeye yönelik attığı adımlara ilişkin gözlemler yaptım, raporlar yazdım. Bu çalışmam esnasında da, temelde, devlet ve hukuk ilişkisini yukarıda tanımlanan biçimde hayata geçirecek faaliyetlerde bulundum.

Yapmış olduğum akademik yayınlar içinde insan hakları ve insancıl hukuk konuları önemli bir yer tutar. Son çıkarmış olduğum kitapta (2017 Kasım’ında yayınlanmıştır), çatışma sonrası toplumsal barışın kurulmasında hukukun yeri ve önemini işledim.

Tüm bu akademik ve diplomatik faaliyetlerim sırasında öğrendiğim ve uyguladığım hususlardan ilk ikisini sıralamam istenirse, yanıtım şöyle olur:

1- Görevini yapmakta olan bir güvenlik kuvvetleri mensubuyla bir suçluyu, bir teröristi birbirinden ayıran tek ölçüt hukuktur.

2- Özellikle çatışma dönemlerinde ve çatışmanın hemen sonrasında bu ölçütü hayata geçirmek hem çok zorlaşır hem de her zamankinden daha çok gerekli hale gelir. 

Bildiğiniz üzere, 1991 yılında kendisini etnik temelde Sırp olarak tanımlayan bir grup Hırvatistan vatandaşı Hırvatistan Devletine karşı bir silahlı başkaldırı başlattı. Bu başkaldırı esnasında yollara barikatlar kuruldu, siperler kazıldı, güvenlik görevlileri (askerler, polisler) ve siviller öldürüldü, yaralandı, ve başka bir çok suç işlendi. Hırvatistan 1995 yılına kadar bu başkaldırıyla mücadele etti ve sonunda askeri / polisiye yollarla başkaldırıyı bastırdı.

Ancak, Hırvatistan devletine bağlı güvenlik güçlerinin bu mücadele esnasında hukuk kuralları dışına çıkıp çıkmadıkları, yani suç işleyip işlemedikleri tartışma konusu oldu.

Benim, Hırvatistan’daki diplomatik misyonum esnasında gözlemlemekle yükümlü olduğum husus, Hırvat devlet görevlilerinin bu mücadeleyi ve sonrasındaki normalleşme sürecini hukuk kuralları çerçevesinde yürütüp yürütmedikleriydi. İşte bu nedenle biliyorum ki, egemen bir devlet böylesi güçlü bir tehditle karşı karşıyayken mücadeleyi hukuk çerçevesinde yürütmek çok zordur. Ama, bu kaçınılmaz bir gerekliliktir de.

Aksi halde, devletin mücadelesinin anlamsız kalma riski vardır. Çünkü devletin güvenlik güçleri, esas olarak, hukuk düzenini hakim kılmak, şiddet eylemleri yoluyla bozulmuş olan hukuk düzenini yeniden tesis etmek için mücadele etmektedir. Devleti devlet kılan başlıca unsur, onun adına hareket edenlerin hukuk kuralları çerçevesinde hareket etmesidir.

Hukuk kurallarının devlete ilişkin olanla devlete karşı olanı belirleme konusunda mutlak yol göstericiliği bu çerçevede son derece somut biçimde ortaya çıkmaktadır.

Suçlamaya konu olan bildirinin kamuoyuna açıklandığı dönemde Devlet güvenlik güçlerinin terör örgütü PKK’ya ve uzantılarına karşı yürüttüğü mücadelede hukukun, yani Devletin egemenlik yetkisine dayalı olarak yürürlüğe koymuş olduğu anayasal ve yasal düzenlemelerin ve yine egemenlik yetkisine dayanarak taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümlerinin (ki bunlar, yine anayasa uyarınca, iç hukuk düzenlemesi hükmündedir) ihlal edildiğine ilişkin haberler basında yoğun biçimde yer alıyordu.

Nitekim, bu konuda daha sonra ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından raporlar da düzenlenmiştir. Bu bilgi ve belgelerin dava dosyasına getirtilmesinin suçlamaya konu oluşturan bildirinin imzalandığı dönemdeki ortamı göstermesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. 

İşte bu ortam içerisinde ve geçmiş mesleki deneyimlerimin de bende oluşturduğu birikimle, her zaman  yapmış olduğum gibi o gelişmeler esnasında da tamamen Devlet yanında saf tutmak maksadıyla, Devlet görevlilerine Devlet olmanın yegane kriterinin hukuku uygulamak olduğunu, aksi halde teröre karşı yürütülen mücadele başarısız kalma riskinin bulunduğunu vurgulamak niyetiyle bu bildiriyi imzaladım. 

Sonuç olarak, üzerime atılı suçun maddi unsuru da, manevi unsuru da oluşmamıştır. Bu nedenle beraatımı talep ediyorum. Saygılarımla arzederim.

(MOZ/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/205945-ozan-erozden-in-beyani