Nihal Saban'ın Esas Hakkında Mütalaaya İlişkin Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
09.01.2019

"İddia makamı, esas hakkındaki mütalaada; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesindeki “yaşam hakkı”na atıf yaparken yaptığım savunmayı, “sanığın savunmasının kendini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu” biçiminde en temel haklarımızdan olan “savunma hakkını” neredeyse suç sayacak biçimde ifade edebiliyor."

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden emekli Prof. Dr. Nihal Saban'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki esasa ilişkin beyanını yayınlıyoruz.

I. ESAS HAKKINDA MÜTALAA: CMK 216

CMK Üçüncü Kitap Kovuşturma Evresi, Birinci Kısım Kamu Davasının Yürütülmesi, Dördüncü Bölüm Delillerin Ortaya Konulması ve Tartışılması başlığı altında düzenlenen 216 Delillerin Tartışılması alt başlığını taşır:

Madde 216.-(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana ve vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.

Bu düzenlemeye göre: Savcılık hükmün nasıl olması gerektiği hakkında görüşünü bu esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkumiyet kararı verilmesini düşünüyorsa ancak o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir[1].

Nitekim mütalaada;

“..sanığın basın yayın yoluyla pkk/kck silahlı terör örgütü ve bu örgüte bağlı alt örgütlerin cebir, şiddet içeren eylemlerini meşru göstermeye çalışarak basın yayın yoluyla silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ve bu şekilde sanığın üzerine atılı suçu işlediği, iddia, tespitler, tutanaklar, beyanlar, yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olmakla, sanığın sabit olan basın yayın yoluyla silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dolayı eylemine uyan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2-1,c, 7/2-2c maddeleri gereğince cezalandırılmasına, TCK’nun 53/1 maddesi uyarınca kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetinin kanuni sonucu olarak sanık hakkında söz konusu maddede yazılı belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma tedbiri uygulanmasına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur.”

cezalandırma talep edilmiştir.

II.ESAS HAKKINDA MÜTALAANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1) Mütalaanın verilme zamanı

Savunmam bittikten sonra Mars’a giden InSight hızı ile çıktısı alınarak verilen mütalaanın Sayın Savcı tarafından ne zaman hazırlandığı tarafımca anlaşılamamıştır. İki olasılık var:

a) Duruşmaya gelmeden hazırlanmıştır; o zaman yapılan savunmanın hiç değerlendirilmeyeceği baştan bellidir.

b) Duruşma sırasında hazırlanmıştır ki o zaman da yapılan savunma dinlenmemiştir.

Sayın Başkan, Değerli Heyet Üyeleri ve Sayın Savcı,

Öğrenciliğinizde ya da bugün taşıdığınız sıfatlarla; yargıç, savcı, ağır ceza mahkemesi başkanı ve üyeleri, Türkiye’de Avrupa Genç Hukukçular Derneği (ELSA)[2] tarafından organize edilen farazi mahkemelere hiç katıldınız mı, izlediniz mi? Farazi mahkemelerde sanık yoktur!

Burası farazi bir mahkeme değil, ben sanık olarak yargılanıyorum ve iddia makamı kendi verdiği mütalaada beni dinlemediğini söylüyor çünkü benim yaptığım savunma ile bağlantı kuran herhangi bir cümle yok.

Mahkemenizde yargılanan diğer akademisyen davalarına baktığımızda; iddia makamının esas hakkındaki mütalaası aynıdır yani sadece sanığın adı değiştirilmiştir. Aslında iddianameleri aynı ve esas hakkındaki mütalaaları aynı olan bu davaların neden birleştirilmediği de usul ekonomisi sorusu olarak elimizde durmaktadır.

Hemen yanında da ben savunmamı yaptığımda dinlenmiyorsa ya da değerlendirilmiyorsa o zaman iddia makamı zaten kararını vermiştir diye düşünmek gerekmiyor mu?

Yukarıdaki iki kavrama baktığımızda; iddia makamı, değerlendirmeye alınmayan savunmayla mahkemenin maddi gerçeğe ulaşmasına nasıl bir katkıda bulunacaktır?

2) Mütalaanın usul ve maddi hukuk açısından değerlendirilmesi

Ceza muhakemesi işlemlerinden olan[3] “esas hakkında mütalaa”nın nasıl değerlendirileceğine dair herhangi bir çalışma yoktur. CMK 216,1’den yola çıkarak bir model kurabiliriz:

 “Yargılama organlarının, maddi hukuku uygulayabilmek, diğer bir deyimle “esas”  hakkında karar verebilmek için, evvela usul muamelelerinin, usul hukukuna uygun olarak yapıldığını müşahede etmeleri lazımdır. Dava usulüne uygun olarak görülmüş olmalıdır ki hakim esasa girebilsin.”[4].

Bu bize şunu söyler: esas hakkındaki mütalaa, CMK’da yer alan delil ve ispat ile ilgili kurallara göre, dava konusu maddi olay aydınlatılmış ve yine CMK’ya göre bir usul işlemi olan ancak içeriği maddi hukuk/TMK olan cezalandırma talep edilmiştir.

a) Usul hukuku

aa) Delil ve ispat

CMK’da ispat edilmesi gereken şüpheli olaydır yani eylemin maddi bölümü/ maddi olay/olgular ile ilgilidir. İddia makamı kamu davasını açtıktan sonra, mütalaa mahiyetinde hükümleri ile sentezin gerçekleşmesine çalışması için lehte ve aleyhte bütün delilleri toplaması gerekir[5]. Hangi delillerin toplanarak, nelerin ispat edildiğine bakalım:

Esas hakkındaki mütalaada yer alan iddialar:

“….PKK’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Suriye, İran ve Irak ülke topraklarının bir kısmını da içine alacak şekilde, Marksisit-Leninist ilkeler doğrultusunda Kürt Devleti kurma amacı taşıyan ve bu amacı doğrultusunda 1984 yılından itibaren yurt içinde çok sayıda öldürme, yaralama, soygun, gasp, yol kesme, köy ve karakol basma, kişi hürriyetini yoksun kılma, kundaklama, mala zarar verme ve benzeri eylemleri gerçekleştiren, silahlı bir terör örgütü olduğu,..”

 “….bu olay sonrasında pkk/kck silahlı terör örgütü mensuplarınca ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma amacı taşıyan şiddet eylemlerinin artırıldığı, güvenlik güçlerinin mahallelere girmesini engellemek ve kendilerince elverişli bir çalışma ortamı sağlamak maksadıyla cadde ve sokaklarda, mahalle girişlerinde hendekler kazıldığı, barikatlar kurulduğu, bu hendek ve barikatların patlayıcılarla tuzaklandığı, silahlı, bombalı ve roketatarlı saldırılar düzenlediği, sözde öz yönetim ve özerklik ilanlarının gerçekleştirildiği, bu aşamada olayların yaşandığı bölgelerde Valiliklerce sokağa çıkma yasaklarının ilan edilerek güvenlik güçlerince, hendeklerin kapatılması, barikatların kaldırılması ve bu bölgelerin teröristlerden temizlenerek güvenli hale getirilmesini sağlamak amacıyla operasyonlar gerçekleştirildiği, ülkenin yaşadığı bu süreçte yasadışı pkk-kck silahlı terör örgütünün sözde yürütme konseyi eş başkanı Bese Hozat’ın örgüt güdümündeki medya aracılığıyla 22 Aralık 2015 tarihinde talimat mahiyetinde, “Aydın ve demokratik çevreler öz yönetimlere sahip çıksın” şeklinde yaptığı açıklama ve 27 Aralık 2015 tarihindeki sözde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından gerçekleştirilen olağanüstü kongrede 14 maddelik sözde özyönetim deklarasyonu açıklamasının hemen akabinde…”

 “….Türkiye Devleti’ni kasıtlı ve planlı bir kıyım gerçekleştirmekle, halkı fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekle, ağır silahlarla yerleşim yerlerine saldırmakla, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı hak ve özgürlüklerini ihlal etmekle; başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge haklarına karşı katliam gerçekleştirmekle, bilinçli sürgün politikası uygulamakla, vatandaşlarına şiddet uygulamakla suçlayarak, devletin yapmış olduğu katliama ortak olmayacakları içerikli bir bildiri yayınlandığı, bahse konu bildiri içeriği, bildirinin açıklandığı zaman ve bildiri öncesi ülkenin geçtiği süreç, bu süreçte pkk/kck silahlı terör örgütünün vahamet arzeden eylemleri, güvenlik güçlerinin ülkenin birliğini, bütünlüğünü, güvenliğini ve huzurunu sağlamak amacıyla her türlü zorluğa karşı görevlerini yerine getirmeleri ve bu görevlerini terörist unsurlara karşı gerçekleştirmeleri ile tüm dosya kapsamı gözetildiğinde; bildirinin pkk/kck silahlı terör örgütüne destek niteliği taşıdığı,….” 

İddia makamının delil olarak sunduğu ve delile dayalı olarak ispat ettiği ne var? Sadece iddianameye bakılarak yazılmış diye düşünmek gerekli çünkü dosyada Bildiri dışında hukuksal olarak kabul edilebilecek bir delil/ispat vasıtası yoktur.

Peki o zaman sormak gerekiyor:

PKK, hendekler, Bese Hozat ile ilgili yapılan değerlendirmeler nereden çıktı? Anadilim Türkçe ve bir hukuk profesörü olarak benim göremediğim ve Bildiri’nin hiçbir yerinde geçmeyen bu kavramlar esas hakkındaki mütalaaya nereden ve neden girdi?

Esas hakkındaki mütalaada yer alan ancak ispatlanamayan iddialar:

“…..20.07.2015 tarihinde Şanlıurfa ili Suruç ilçesinde yasadışı DAEŞ silahlı terör örgütü tarafından gerçekleştirilen canlı bomba saldırısına sözde misilleme olarak 22.07.2015 günü Şanlıurfa ili Ceylanpınar ilçesinde pkk/kck silahlı terör örgütü mensupları tarafından iki polis memurunun evlerinde enselerinden vurularak haince şehit edildiği,…” biçimindeki olayın doğru olmadığı ve bununla ilgili mahkeme kararından söz etmiştim. Görüyorum ki Sayın Savcı, UYAP sisteminden ya da Adalet Bakanlığının kendilerine sunduğu tarama motorlarından herhangi birinden bulabileceği karara bakmak gereği duymamış. Neden acaba? Kararı bulmuş olsaydı, iddialarının doğru olmadığı ortaya çıkacaktı, onun için mi bakılmadı? Nitekim ilgili mahkeme kararı avukatlarım tarafından dosyaya konulmuştur, mütalaada yer alan iddiaların doğru olmadığı mahkeme kararında görülecektir.

“…ülkenin yaşadığı bu süreçte yasadışı pkk-kck silahlı terör örgütünün sözde yürütme konseyi eş başkanı Bese Hozat’ın örgüt güdümündeki medya aracılığıyla 22 Aralık 2015 tarihinde talimat mahiyetinde, “Aydın ve demokratik çevreler öz yönetimlere sahip çıksın” şeklinde yaptığı açıklama ve 27 Aralık 2015 tarihindeki sözde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından gerçekleştirilen olağanüstü kongrede 14 maddelik sözde özyönetim deklarasyonu açıklamasının hemen akabinde 11.01.2016 tarihinde aralarında sanık Nihal Saban’ın da bulunduğu 1128 kişi tarafından “Bu suça ortak olmayacağız” şeklinde başlayan,…”

 Bese Hozat’tan talimat aldığım iddiası, geçen duruşmada, iddianame mahkemenizce kabul edildiği ve şimdi de esas mütalaada yer aldığına göre, iddia makamının tanığı olarak Mahkemenizce dinlenmesi talebim vardı, reddedildi. Neden? Talimat aldığımı nereden biliyor? Ya da ben tanık olarak dinlenmeden talimat almadığımı nasıl ispatlayacağım? Böylesine gerçek dışı bir var sayım ancak iddia olur ve  ispatlanması istenmez çünkü bu tanık dinlenildiğinde talimat almadığım ortaya çıkacaktır.

Bunları söylemek beni utandırıyor! Çünkü bu bir hukuk tartışması değil.

Devam edelim: “… iddia, tespitler, tutanaklar, beyanlar, yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olmakla,…”

Bu ifadede anlaşılmış olan ne vardır? İddianamede iddia edilenlerin delil ya da ispatlanmış olduğuna dair CMK’da bir karine/hüküm yoktur. Yargıya değerini veren yegane şey bir temelinin, bir metodolojik meşrulaştırılmasının/ gerekçelendirilmesinin olmasıdır[6].

bb) Yorum

Sayın Savcı ya da iddianameyi de  birlikte düşünürsek – savcılar- acaba şöyle mi düşünüyor: Bildiride PKK kelimesi geçmez ancak biz böyle yorumladık!

CMK’da yorum yöntem ve teknikleri ile ilgili herhangi bir kural yer almaz, istisnalar dışında. Hatta ceza hukukunda geçerli olan kıyas yasağı da uygulanmaz. Aslında CMK’da yorum ile ilgili bir hüküm olsa, büyük olasılıkla hukukun diğer alanlarında olduğu gibi yasanın yorumlanması ile ilgili olacaktı. Halbuki biz burada maddi olayın yorumundan söz ettiğimiz için bir yorum kuralının olması, bir şeyi değiştirmeyecektir.

Peki nasıl bir yöntem ile değerlendirme yapabiliriz?

Hukukçuların çok iyi bildiği Fransız felsefeci Derrida[7], “Metin dışında hiçbir şey yoktur.”[8] der. Bu, yasa,  iddianame, esas hakkındaki mütalaa, savunma ve mahkeme kararları, Bildiri kadar yazdığınız email, whatsup mesajının da metin olduğunu söyler.

Esas hakkındaki mütalaanın nasıl bir metin olduğu düşündürücüdür çünkü yaklaşık 650 kelimeden oluşan bu blok yazının sonunda bir tek “nokta” vardır ve metnin içinde de 32 tane “ve” bağlacı ile çok sayıda “virgül” yer alır. Bir yazıya metin diyebilmek için asgari kriterler olan olmak “dır” ile metnin açılımını sağlayan “ve” kelimeleri için kullanılan asgari ölçü “karşıtlık”tır[9]. Çünkü bir şeyin/maddi olay ya da olgunun olmasını ifade eden “dır” dan sonra konulan nokta cümleyi kapatırken, ana metne yeni açılımlar getiren “ve” bağlacı cümleyi genişletir. Esas hakkındaki mütalaa, blok bir yazıdır, bir metin özelliği taşımaz ancak taşıdığı varsayarak değerlendirme yapılacaktır. Ancak bu yazım tekniğini eleştiriyorum ve bu davaların sadece ceza ve ceza usul hukukçularının pratik çalışmalarına değil, iddianame ve esas hakkındaki mütalaarın yazımı konusuna da katkısı olması gerekir.

Esas hakkındaki mütalaa, savcının Bildiri’yi nasıl okuduğunu gösterir. Peki bir metin nasıl okunur? Okur, bir metni istediği gibi yorumlayabilir mi? Açık anlamı içindeki gizli anlamın şifresinin çözümlediğini düşünerek[10], metnin söylemediği şeyleri, söylediğini iddia edebilir mi?

Kutsal Kelam’ın ne söylediğinin şifrelerini kimin çözdüğü  ile başlayan bu tartışmanın[11] günümüz versiyonu[12]; bir metnin okunmasında sonsuz yorum yapılabilir ancak bunun bir sınırı var mıdır?  Sorusunu sorar. Yorumun belli sınırlar içinde olması gerektiğini anlama eyleminde, gerçek anlama ulaşılmasının metnin içkin anlamına yani yazarın niyetinin tespitiyle mümkün olduğunu dile getirir. Ona göre anlama etkinliğinde yorum, dışarıdan anlam dikte etme etkinliği değil bütünlüğü dikkate alarak yazarın niyetini anlama etkinliği olmalıdır[13]. Aslında biz bu cümleleri yani metnin bütününün değerlendirmeye alınması gerektiğini Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarından biliyoruz.

Anlamada “….bulunan şey, metnin metinsel tutarlılığına ve bunun ardındaki özgün bir anlam istemine bağlı olarak söylediği şey midir yoksa alıcıların kendi beklenti sistemlerine bağlı olarak buldukları şey midir?”[14].

Aşırı yorum var mıdır? Hangi yorum aşırı yorumdur?

Aşırı yorumcu yaklaşım bütün bu yorumlama ve anlam anlayışlarını önemli ölçüde reddeden ve metnin anlamının nesnel hiçbir ölçütünün bulunmadığını dolayısıyla anlamın bütünüyle anlama etkinliğini gerçekleştirecek olan kişiye bağlı olduğunu savunan bir yaklaşımdır[15]. Bu yöndeki yaklaşımın en önemli örneği de; metnin yorumlanmasında tek ölçüt metnin kullanımıdır. Dolayısıyla yorumlama etkinliğinde amaç “metni ne yapıp edip, kendi amacına hizmet eder şekle sokmaktır.”[16].

Bu da iddianame ve esas hakkındaki mütalaada gördüğümüz yaklaşım değil mi?

İddia makamının Bildiri’yi değerlendirmede aşırı yorum yöntemini seçtiğini görüyoruz. Çünkü hiçbir sınırlama olmayan değerlendirmeler yapılmıştır: Metinde hiç bahsi geçmeyen ancak metnin gizlediği ifade edilen –PKK destekçiliği, Bese Hozat’tan alınan talimat gibi Bildiri’yi imzalayanların gizli niyeti tespit edilmiştir. Anlaşılmaz olan Bildiri’yi imzalayan ve şu ana kadar yargılandığını bildiğim 500 civarında akademisyen, barış istediğini, PKK’yı desteklemediğini, Bese Hozat’ın adını duymadığını söylemelerine rağmen bu gizli niyet iddia makamı tarafından tekrar esas mütalaada yer almıştır.

Esas hakkındaki mütalaa, Bildiri’yi aşırı yorum ile değerlendirebilir mi? Bu sorunun yanıtı hayırdır. Çünkü bir edebiyat metnini sınırsız olarak yorumlayabilirsiniz ancak suçta ve cezada yasallık ilkesi, maddi olayın yorumunda böyle bir değerlendirmeye, CMK’da da ispat ile ilgili kurallar izin vermez.

Her anlamanın kaçınılmaz bir önyargıyı içerdiğinin kabulü hermeneutik problemi ortaya çıkarır[17]. O zaman önyargılardan söz etmek gerekmez mi? Aydınlanmanın önyargı doktrini: insani otoriteden ve aceleyle yargıda bulunmaktan doğan otorite arasında bir ayrım yapar. Önyargıların güvenilirliğini yıkan  rasyonalizmdir ve bilimsel bilginin aklı, onları bütünüyle gündemden çıkarma iddiasındadır[18].

Aslında Bildiri’yi anlama ve yorumlama aşamasındaki iddia makamının önyargıları nelerdi acaba? Mütalaada yer alan PKK, hendekler, Bese Hozat gibi kavramlar, acaba iddia makamının önyargılarını meşrulaştırmak için kullandığı kavramlar olabilir mi? Çünkü Bildiri’nin bunlarla hiç alakası yoktur ve devlete tarihsel eleştiri getirmektedir. 

Sayın Başkan ve Değerli üyeler,

Siz daha önce hiç böyle bir iddia duydunuz mu? Ben uzun yıllar ağır ceza mahkemelerinde de bilirkişilik yaptım ama hiç duymadım: “sanığın savunmasının kendini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu”.

Duydunuzsa böyle bir değerlendirmeyi kabul edilebilir buldunuz mu? Bu, iddia makamının savunma hakkını yok sayan bir önyargısı değil midir?

b) Maddi hukuk

Yukarıda yapmaya çalıştığım analiz aslında maddi hukuka geçtiğimizde, suç genel teorisinde yer alan hareket, nedensellik bağı ve netice unsurlarından meydana gelen maddi olaydır. Niyet bölümü de kast ile yani manevi unsur ile ilgilidir. TMK 7,2 ile ilgili savunmamda ayrıntılı değerlendirme yaptığım için burada tekrarlamayacağım.

İddia makamı, suçun unsurlarının gerçekleştiğine dair hukuken delil değeri taşıyan hiçbir şey sunmayan, sadece kişisel görüşlerinin yer aldığı ve bunlarla ilgili bir tane dahi referans gösteremediği esas hakkında mütalaaya dayalı olarak, ceza talep ediyor.

Bu hukuk değildir!

III. ESAS HAKKINDA MÜTALAADA KULLANILAN “KIRILGAN ZAMANLARIN DİLİ”NİN HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mütalaanın dili, aynı iddianamenin dilinin özelliklerini içeriyor. Okuduğunuzda sadece CMK değil, bütün hukuk kavram[19] ve maksimleri sürgüne gönderilerek,  başınızdan aşağı teröristlik ve PKK’lılık boca ediliyor.

Bu nasıl bir dil, nerede kuruldu?

Alman felsefeci Hieddegar, “Dil varlığın (dasein) evidir.”[20] der. Her bilim dalının kendini var ettiği bir dili vardır ve hukuk bilimi için de geçerlidir.[21]. Esas hakkında mütalaada hukuka dair hiç bir şey yok, benim yaptığım savunma dinlenmedi, kamu adına iddia edilen şeylerde benim lehime olan hiçbir delil toplamadı ve taleplerim reddedildi. O zaman sormak gerekli; savcının kendini var ettiği düşünce evinde neler var?

Bizler teknik hukuk kavramlarının tarihsel süreçte oluştuğu biliyoruz ama aynı zamanda tarihsel kırılma süreçlerinde kavramların ve sürgüne, göçe zorlanabileceğini ve aslında bunlardan da öte göçebe olabileceğini de biliyoruz. Nitekim çok eski değil tanıklık ettiğim; 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz gibi önemli tarihsel kırılma süreçlerinde;  hep yeni yasalar hazırlanmış, hukukun temel kavramları yasalardan, mahkemelerden uzaklara gönderilmiş, hukukun evrensel ilkeleri göçebe yasaya dönüştürülerek göçebe yaşama zorlanmıştır. Niçin?

Göçebeler, gitmeye zorlandıkları[22] için  devlet biçiminin dışarısındadırlar[23]. Göçebe gitmeyendir, gitmek istemeyendir[24], aynı yerde kalarak kodlardan kurtulmak için göçebeleşenlerdir[25].

Göçebe çalışmalarındaki bu  değerlendirmelere baktığımızda; günümüzde de demek ki evrensel hukukun bazı kavramları devlet biçimine yani devletin hukuk anlayışına uygun değil, karşıt olarak kabul ediliyor ki dışarıda bırakılıyor, yersizyurdsuzlaştırılıyor.

Nasıl mı?

Bildiri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve Türkiye Cumhuriyetinin imzaladığı uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış, ifade özgürlüğü kapsamında kullanılmış bir haktır. Ve Türkiye Cumhuriyetinin iddia makamı, esas hakkındaki mütalaada; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesindeki “yaşam hakkı”na atıf yaparken yaptığım savunmayı, “sanığın savunmasının kendini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu” biçiminde en temel haklarımızdan olan “savunma hakkını” neredeyse suç sayacak biçimde ifade edebiliyor. 

Sayın Başkan, Değerli Üyeler,

Düşünebiliyor musunuz?

İddia makamı, hukuk kavramlarını, ana vatanları olan mahkemelerden sürgün ediyor!

Ve tarihin içinde duran sanki bir yabancı; bize anlaşılmaz bir hukuk teklifinde bulunuyor. Siz böyle bir hukuk anlayışını kabul edebiliyor musunuz?

Adalet Bakanı kabul etmiyor!

Geçtiğimiz günlerde 11-12 Ekim 2018 tarihlerinde Ankara’da Yeni Yargı Reformu Stratejisi ve Adalet Bakanlığı Stratejik Plan Çalıştay’ı[26] yapıldı ve Adalet Bakanı, Yargı Reformu Stratejisi toplantısı vesilesiyle yapılacak çalışmalar konusunda birtakım açıklamalar yaptı: "Yeni Yargı Reformu Stratejisi Belgemizin vizyonu, güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi olacaktır." dedi[27].

Adalet Bakanı, güven vermeyen bir adalet sisteminden söz ediyor!

Adalet Bakanı, yargının taşrasından söz ediyor! Taşra kavramı bildiğiniz gibi, “dışarısı” demektir[28]. Savcıların, yargıçların ve tabii ki Adalet Bakanı olarak kendi ve aslında yargının dışarısından söz ediyor!

Dışarıda olmak, içeriyle ilişkisi olmamak değildir. Dışarı ile içerinin sürekli bir biçimde ilişki halindedir ve bu bir zorunluluktur. Birinci derece mahkemede dışarıda bırakılan hukuk kavramları, haklar; itiraz, istinaf, temyiz yolu ile ya da Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ile yine geri döneceklerdir.

Göçebenin sonsuz bir sabrı vardır ve beklemesini bilir[29].

IV. SONUÇ

Evet, ben bir hukuk akademisyeniyim ve hukukun da  ne olduğunu biliyorum! Esas hakkında mütalaa, hukuk ile ilgili hiçbir şey söylemiyor; CMK’nun gereklerini yerine getirmeyerek, hukukun temel kavramlarını, haklarımızı İstanbul Adalet Sarayı (Çağlayan Adliyesi- ki biz ona Çağlayan Üniversitesi diyoruz-) 37 Ağır Ceza Mahkemesi’nin dışına sürmüştür!

Esas hakkında mütalaada yer alan iddiaların hiçbirini kabul etmiyorum. Beraatimi talep ediyorum. (NS/TP)

[1] Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Güncellenmiş 4.Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2016, 745.

[2] http://www.elsaturkey.org/

[3] Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku dalı olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Fakülteler Matbaası, 6 Bası, 1978 İstanbul, 359.

[4] Faruk Erem, Ceza Usulü Hukukunun Umumi Nazariyesi, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara 1962, 25.

[5] Yenisey, Nuhoğlu,  485.

[6] Gadamer,11.

[7] Jacques Derrida, Force of Law: The “Mystical Foundation of Autority”, HeinOnline, 11 Cordoza  L. Rev. 921 1989-1990; 1989’da Amerika Cordoza Law Scool’da  yaptığı adaletin yapıbozumu konulu metnin tüm dünyada çok önemli yankılar uyandırdığını söylemek gerekir. Çünkü Derrida’nın yapıbozumu “radikal bir düşünüm, yakın okunan bir metnin deneyimiydi, ele aldığı düşüncenin protokollerine sonuna kadar yan, ama aynı zamanda içerden ilerleyerek onun sınırlarını ihlal eden, daha doğrusu bu sınırların çoktan çoğul ve kesintili olduğunu göz önüne seren ve böylece düşünülmemiş olanın imkanına değmemizi sağlayan bir yolculuktu”. “Yapıbozumu yazmadan –“belirli bir tarzda”- yazma  (ve okuma), yeniden- yazma (ve yeniden- okuma) –başka bir şey değildir. Bu anlatım yasaların yapıbozumunun yapılabileceğini, adaletin yapıbozumunun yapılamayacağını, aslında yapıbozumunun kendisinin adalet olduğunu söyler (Nihal Saban, “Adaletsiz Hak Kurgusu: Güncel Performans Örneği”,Prof.Dr.Mualla Öncel’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Cilt I, Ankara 2009, 494, 495 ve 496. ).

[8] “There is nothing outside of the text [there is no outside-text; il n’y a pas de hors-texte], Jacques Derrida, Of Gramatology, Translated by Gyatri Chakravorty Spivak, Jonh Hopkins Paperback Edition 1976, corrected Edition 1997, 158.

[9] Sercan Çalcı, Deleuze ve Guattari’de Dilin Yersiz- yurtsuzlaşmasına: Emir Sözcüklerden Tercihler Mantığına, Düşünme Dergisi Posseible /Jurnal of Thinking, http://www.posseible.com/makale-16/deleuze-ve-guattaride-dilin-yersiz-yu...

[10]Paul Ricoeur, Yorumların Çatışması Hermenoytik Üzerine Denemeler –Birinci Cilt-, Paradigma Yayınları, Çeviren: Hüsamettin Arslan,  İstanbul 2009, 14: Yorum, “…açık anlamı içindeki gizli anlamın şifresinin çözümünü, literal/lafzi anlamda ima edilen anlam düzeylerinin günışığına çıkarılmasını içeren düşünce faaliyetidir.”

[11] İngiliz Amerikan edebiyat eleştirisi; edebiyat eserinin anlamının açımlanması ve edebiyat eserinin anlamını belirlemede yazarın metin öncesi niyetinin bilmemizin önemli olduğunu; Kıta Avrupası felsefe geleneğinde ise hermeneutik, anlama sanatı olarak kabul edilir ve bir metnin yorumu anlama, yorum ve uygulama olarak belirlenir.

[12] Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum, İngilizceden Çeviren: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, 2016 İstanbul: İngiliz- Amerikan edebiyat eleştiri geleneği ile Kıta Avrupasının felsefe geleneğindeki hermeneutik arasındaki tarihsel karşılaşmanın güncel biçimi çok önemli üstelik göstergebilim çalışan bir felsefeci ve edebiyatçı: Gülün Adı ve Foucault Sarkacı’nın yazarı Umberto Eco,  Cambridge’de verdiği 1990 Tanner Konferansları’nın konusu Yorum ve Aşırı Yorum’ başlığını taşır.

[13]Tuncay Saygın, Aşırı Yorumun Sorunları ve Grünberg’de Anlamın Sınırı, https://www.academia.edu/3766148/AŞIRI_YORUM_SORUNU_VE_GRÜNBERG_DE_ANLAMIN_SINIRLARI

[14] Eco,72.

[15] Saygın.

[16] Eco,35.

[17] Hans-Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem –İkinci Cilt- Paradigma Yayınları, Türkçesi: Hüsamettin Arslan (İng) ve İsmail Yavuzcan (Alm), İstanbul 2009, 10.

[18] Gadamer,11.

[19] İskender Savaşır, Kelimelerin Anayurdu ve Tarihi, Metis Yayınevi, 2000 İstanbul.

[20] Martin Heidegger, Hümanizm Üzerine/Über den Humanismus, Çeviren: Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu Çeviri Dizisi:7, Ankara 2013, 5.

[21] Friedrich Carl Von Savigny, Çağımızın Yasama Bilimi Konusundaki Görevi Üzerine, Çeviri: Ali Acar, Pinhan Yayıncılık, 2018 İstanbul, 43-44; Tarihsel hukuk okulunun kurucularından ve tüm hukukçuların çok iyi bildiği Alman hukukçu Savigny, 1814 yılında yayınladığı bugün öneminden hiç birşey kaybetmeyen 1084 tarihli Fransız Medeni Kanunu (1807’de Kod Napolyon olarak değiştirilmiştir)’nun alınmasına karşı çıktığı; Çağımızın Yasama Bilimi Konusundaki Görevi Üzerine çalışmasında: “ …Uygarlığın gelişmesiyle birlikte, toplumun faaliyetleri gittikçe fazlalaşır ve aksi halde ortak olarak yapılacak olan ne varsa, belirli zümrelerin uğraşına terk edilir. Böyle ayrı bir zümre olarak [ bir noktadan sonra] hukukçular da ortaya çıkar. Hukuk dili giderek mükemmelleşir ve bilimsel bir yönelim kazanır ve daha önce toplumun ortak bilincinde yer alan hukuk, artık hukukçuların [bilincine] geçer ve böylece toplum, hukuk etkinliği konusunda hukukçular tarafından temsil edilir. Bu andan itibaren hukuk, daha yapay ve karmaşık bir hal alır, zira artık ikili bir varlığa sahiptir. İlki, bütün toplum hayatının bir parçası olarak, ki bunun varlığı yok olmaz; ikincisi de hukukçuların elinde ayrı bir disiplin olarak. Sonraki bütün olgular, [hukukun] varlığının bu iki unsurunun ortaklaşa etkisiyle açıklanabilir ve artık, o sonsuz sayıdaki ayrıntıların tamamının, herhangi bir keyfi irade veya niyet olmaksızın, nasıl doğal şekilde oluştuğu anlaşılabilir. Kısa olması adına bu noktadan itibaren hukukun toplumsal yaşantıyla olan bağını politik unsur ve onun ayrı bilimsel varlığını da teknik unsur olarak adlandıracağız.”.

[22] İlke Karadağ, Bozkır ve Düşünce, https://www.academia.edu/5654085/Bozkırda_Düşünce,7.

[23] Gilles Deleuze, Felix Guattari, Kapitalizm ve Şizofreni / 1, çev. Ali Akay, Bağlam, 1990, Bin Yayla,  https://www.academia.edu/12115838/Kapitalizm_ve_Şizofreni_1_GÖÇEBEBİLİMİ_ İNCELEMESİ_ SAVAŞ_MAKİNASI, 89.

[24] Deleuze, Guattari, 82.

[25] Gilles Deleuze, Issız Ada ve Diğer Metinler, Metinler ve Söyleşiler 1953-1974,  Yayına Hazırlayan: David Lapoujade, Bağlam Yayınları, 2.Basım 2002 İstanbul, 402.

[26] http://sgb.adalet.gov.tr/Duyurular/11-12-ekim-yargı-reformu-stratejisi-toplantı.html

[27] https://www.cnnturk.com/turkiye/adalet-bakani-gul-guven-veren-ve-erisile...

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Ankara Hakimevi'nde gerçekleştirilen Yargı Reformu Stratejisi Toplantısı'nda, Yargı Reformu Stratejisi Belgesi'nin ilk olarak 2009'da hazırlandığını, belgenin 2015'te de yenilendiğini hatırlattı. Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin güncellenmesine yönelik çalışmaların devam ettiğini bildiren Gül, bu belgenin yargı ve adalet hizmetlerinin geliştirilmesinde yol haritası olacağını belirtti. Belgenin katılımcı bir anlayışla yenilenmesini hedeflediklerini ifade eden Gül, toplumun tüm kesimlerine güven veren bir yargı sisteminin inşasında yine toplumun farklı kesimlerinin sesine kulak vermenin önemine vurgu yaptı. Gül, Yargı Reformu Strateji Belgesi'ne ilişkin görüşler alındığını, çeşitli toplantılar yapıldığını anlatarak, şöyle devam etti: "Yeni Yargı Reformu Stratejisi Belgemizin vizyonu, güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi olacaktır. Güven veren adaletin hedefi, temel hak ve  özgürlüklerin, toplum hayatındaki huzur ve güvenliğin, sosyal beklenti ve memnuniyetin, yani kısaca topyekun varlık ve geleceğimizin garantisini ima etmektedir. Güven veren adalet, merkezine adalet değerini alan bir anlayıştır. Güven veren adalet bu değeri yaşatmak, koruma ve yüceltmek kararının ifadesidir. Adalet her hal ve şartta güven verir. Toplum huzurunun, toplumsal barışın, toplum ve devlet düzeninin hatta güçlü ekonominin temeli adalettir. "Güven veren adaletle, insan odaklı politikaların hayata geçirilmesini kastettiklerine işaret eden Gül, mahkemeleri soğuk duvarlarıyla tarif edilmeyen, vatandaş dostu bir sistem kurma yolunda ilerlediklerini söyledi. "Herkes, hakkına erişeceğinden emin olmalı" Adalet Bakanı Gül, "Adaletin kapısına gelen herkes, hakkına erişeceğinden emin olmalıdır. Bu kapıyı çalan herkes, saygın bir muameleye tabi tutulmalıdır ve her bir vatandaşımız, evine dönerken bu kapıdan asgari bir memnuniyetle ayrılmalıdır." değerlendirmesinde bulundu. Yargı mensuplarının, hukukçuların yetiştirilme ve eğitim süreçlerine de değinen Gül, üniversite eğitiminden başlayarak meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerinin reforme edilmesinin acil bir ihtiyaç olduğunu vurguladı. Gül, hukuk mesleğine girmeden önce bir devlet sınavının yapılması konusunda da toplantı kapsamında fikirler alınacağını ve bu konuda karar vermek istediklerini dile getirdi. "Hukuk ve yargılama güvenliğine halel getirmeden adli süreçlerin hızlanması, vatandaşımızın hakkına gecikmeden, iş işten geçmeden ulaşması en önemli hassasiyetimizdir." diyen Adalet Bakanı Gül, bu konuda çeşitli adımlar atıldığını anlattı. "Yargıda Hedef Süre" uygulamasının başladığını anımsatan Gül, uygulama kapsamında 1 Ocak'tan itibaren dava ve soruşturmalar için belirlenen sürelerin taraflara bildirileceğini ifade etti. "İleri adımlar atılmıştır" Uygulamayla sistemin geciken veya tıkanan yönlerinin somut verilere dayalı olarak analiz edileceğini belirten Gül, "Amacımız hızlı değil, yargılamaların makul ve olması gereken sürede tamamlanmasıdır. Güven veren adalet, 'pardon' sözünün yargının lügatinden silinmesidir. Güven veren adalet, başta tutuklama tedbiri olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında terazi hassasiyetinin gözetilmesidir. Geride bıraktığımız 16 yılın reform çabalarıyla önemli adımlar atıldı." diye konuştu. "İhanetin hesabını hukuk önünde veriyorlar". Yargı alanında yapılanlarla 16 yılda önemli mesafeler alındığını söyleyen Gül, Fetullahçı Terör Örgütünün 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini hatırlattı. Akıl ve muhakemeyi değersizleştirip yerine ideolojik adanmışlığı ikame edenlerin Türkiye'yi nasıl bir felaketin eşiğine getirdiğine şahitlik edildiğinin altını çizen Abdulhamit Gül, şunları kaydetti: "İstikameti hukuktan ve vicdanından değil, bağlı olduğu örgütten, örgütün elebaşından alan FETÖ mensupları, ihanetin hesabını hukuk önünde vermeye başlamışlardır. Adalet mekanizmasını araçsallaştıran FETÖ, yargı sistemine, milletimizin adalet beklentisine ve adalete duyulan güvene de en büyük kötülüğü yapmıştır. Yargı sistemimiz başta olmak üzere, Türkiye, 15 Temmuz'dan sonra devlet içindeki bu örgütlü yapıdan kurtulmak için kararlı bir mücadele ve arınma sürecini başlatmıştır. Bu süreci başarıyla tamamlamaya azimliyiz, kararlıyız. FETÖ ile mücadele aynı zamanda Türk yargısının bir bağımsızlık ve saygınlık mücadelesidir. Bu mücadeleyi yargının saygınlığını yükselterek, toplumun adalet inancını yücelterek sürdüreceğiz. 2019 yılını bu anlamda yeni bir başlangıç olarak görüyoruz. Yargının kendi yaşadığı travmayı da atlatarak daha adil, daha hızlı, daha etkin ve toplumun tüm fertlerine güven vererek yol alacağına inanıyoruz. "Terörle mücadelenin de bir hak ve özgürlük mücadelesi olduğunu belirten Gül, bu mücadeleyi yine hukukla, hukukun sınırları içinde ve adalet anlayışıyla sürdüreceklerini vurguladı. Gül, avukatlara yeşil pasaport verilmesi konusunda çalışmaların sürdürüldüğünü sözlerine ekledi.

[28] Elias Canetti, İnsanın Taşrası, Deneme, Türkçesi: Ahmet Cemal, Sel Yayıncılık, 2015 İstanbul. 2 Dünya Savaşının tanıklarındandır. Kitapta taşra; coğrafi ya da kültürel bir kavram değil, kişilerden ya da yazar kendinden söz eder. Yazar, dışarıda yaşananların kendine yaşattıklarını anlatır.

[29] Deleuze, Guattari, 82.

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/204308-nihal-saban-in-esas-hak...